Trump’ın başkanlığı: Kurulu düzen bölündü

27.02.2017, Lesezeit 6 Min.
1

Yeni ABD Başkanı halk içinde oluşan yeni kutuplaşmayla baş etmek zorunda olduğu gibi, aynı zamanda da güç odakları arasında daha önce görülmemiş bir parçalanmayla da uğraşmak zorunda.

Seçimlerden önce ABD’deki hakim sınıf içindeki parçalanmaya dikkat çekmiştik. ABD elitlerinin çoğunluğu siyasal ve ekonomik iktidar fraksiyonlarının favorisi Hillary Clinton’a destek verirken, askeri elit kesimi ise Donald Trump’ın yanında yer almıştı.

Bu tabii ki ekonomik sistem kurumlarının monolotik olduğu anlamına gelmiyor. Mesela Petrol sanayisi, savaş ve jeopolitik gerilimlerin kendi iş ilişkilerine uzun dönemde zarar vereceğini reddediyor (bakınız Rusya ve Libya). Boeing İran’a uçak satmak istiyor. Dünya çapındaki üretim sürecinin paylaşılmasından kar çıkaran çok uluslu holdinglerin önemli bir kısmı ise yeni pazarlar açıldığı sürece ve ucuz iş gücü mümkün kılındığı sürece savaş ve jeopolitik manevralara destek veriyor.

Trump, şimdilik hakim sınıfın bu sektörünü tehditkâr söylem ve vaatlerle yumuşatmış durumda. Bu tehditler, yeni seçilen başkanın ulusal üretim planını devreye sokmasıyla yurtdışındaki önemli üretim zincirlerini kaybetmekten korkan, otomobil sektöründeki Amerikan (Ford ve General Motors) ve enternasyonal (Toyota, BMW, vb.) şirketlere yönelik.

Diğer taraftan şirket vergilerinin indirilmesi, “Trumpeconomics” diye adlandırılan baskın korumacı ekonominin ayrılmaz bir parçası olup, bir üçüncü element ile yakın bağ içindedir. Finans pazarındaki hükümet kontrolünün kaldırılması ABD bankalarına büyük kar vadetmektedir. Bunu geçen senenin son üç ayında, finans köpekbalıkları (spekülatörler) alışılmışın dışında yüksek karlar ettiğinde görebildik. Trump, son derece düşük seviyede olan finans sektöründeki hükümet kontrolünün de kaldırılmasıyla, ABD finans sektörüne rekabet alanında avantaj sağlamak niyetindeyken, ABD finans sektörü ise, bu sırada, halkın birikim ve sermayesini vergi indirimi ve kazanç vaatleriyle toplamak istemektedir.

İş dünyasının bu bölünmesinin yanı sıra, siyasal bir bölüme de mevcut. Seçim esnasında ve sonrasında liberal-müdahaleci (neo-konservatif) veya yanlışlıkla ‘hümanist’ olarak tanılan sektör ile dış siyasetin realistleri arasındaki bir parçalanmadan söz ediyoruz. Bahsi geçen ilk kanat CIA ve askeriye tarafından temsil edilmektedir. Hillary Clinton’nın yenilgisi aynı zamanda, Bush döneminde Irak ve Afganistan’daki başarısızlıkla sonuçlanan müdahalelerden sonra askeri provokasyonların başında bulunan sektörün de yenilgisidir.

CIA tam altı yıl boyunca Suriye’de sistem değişikliği için sürdürülen kampanyaya katılmıştı. Ortadoğu’da Rusya’nın tek müttefiki olan Suriye başkanı Beşar Esad’ın devrilmesi için radikal İslamcı milislerin silahlandırmış ve finansal destek sağlamıştı. 2013 yılında Suriye hükümetinin iç savaşta kimyasal silah kullandığı yalan haberleri, Esad’a karşı yoğun bir hava saldırısı için bahane olarak kullanılmıştı. Eski başkanı Obama, bu saldırıyı halkın ve NATO içindeki (Fransa dışındaki) müttefiklerinin yeterli desteği göstermemesi ve askeri kurumlar arasında oluşan politik parçalanma sebebiyle son anda durdurmak zorunda kalmıştı.

Bunun yanı sıra, Clinton’ın kampanyası ve Obama hükümeti arasında, demokratların adayının umulan zaferi sonrasında, Suriye’ye sistemin belirleyici fraksiyonlarının ve istihbarat teşkilatının açıktan desteğiyle yapılacak, öncekilerden daha şiddetli bir askeri müdahale üzerine son derece ileri noktalara varan bir görüşme olduğu da şüphe götürmez durumda.

Clinton, kampanyası esnasında tekrar ve tektar, Suriye’de ‘güvenli bir hava koridoru’ kurulması ve Rus askerleriyle çatışma anlamına gelecek diğer önlemlerin alınmasını talep etti. Rusya’ya karşı yürütülen bu tırpan siyaset, CIA’in açıktan müdahil olduğu Ukrayna’da bir diğer kızgın noktaya sahip.

Trump’ın işbaşı öncesindeki kaotik geçiş süreci, Trump ve istihbarat teşkilatlarının arasındaki çekişmenin keskinleştiğini gösteriyor. Trump, istihbarat teşkilatlarının açıkladığı Rusya kaynaklı siber saldırı haberlerinin gerçekliğini açıktan sorguladı. İntikam olarak ise, hemen karşı taraftan Trump’ın Rus seks işçileriyle olan sözde ilişkisi üzerine bir dosya yayınlandı. Bu hikayenin tüm tuhaflıklarına rağmen, bu Trump’a – tarihi kendisinin değil, istihbarat teşkilatlarının ve sistemin yazdığı – bir uyarı olarak algılanabilir. Trump henüz ABD’nin bu ‘derin devletiyle’ bir modus vivendi (geçici antlaşma) sağlayabilmiş durumda değil.

Ordu yeni kurulan kabinede 3 koltuk alıp ve uygun bir ödüllendirilmeyi beklerken, istihbarat teşkilatları, ABD’in yeni dış siyasetinden en zor ikna olacak olan sektörü temsil etmektedir. Büyük bir ihtimalle Trump bazı ülkelere karşı daha sert bir dil kullanmaya başlayacak, ordunun hoşuna gidebilecek ciddi, yeni bir savaşa girmeye karşı dikkatli olacaktır. Ordu, aynı zamanda silah endüstrisi ile beraber, Trump’a da milyarlar getirecek olan yeni bir kabiliyetsiz ‘harika-silah’ kampanyası başlatılmasını beklemektedir, buna ‘Reagans „Star Wars” 2.0’ diyebiliriz.

Diğer taraftan ise Trump’ın devir teslim töreninde yaptığı başkanlık konuşması neo-konservatiflerin ve istihbarat teşkilatların hoşuna gitmedi. Trump burada ‘demokrasinin yayılması’ programını ve onun içinde ön görülen ‘renkli devrimleri’ reddettiğini beyan etmişti.

Başarısızlığa uğrayan dış siyaset en büyük yenilgisini Suriye’de aldı. ABD ilk defa, Türkiye ile Rusya arasındaki antlaşmalar ile bir çözüm sürecinden böylesine dışlanmış oldu. Trump’un bu siyasetten vazgeçmesi ve ekonomik korumacı siyasete yönelmesi sadece Almanya ve Çin ile dış çatışmaları arttırmakla kalmayacak, ayrıca ABD içindeki hakim sınıf içindeki gerilimleri de artıracaktır.

Mehr zum Thema