Taksim Meydanındaki olaylar ne anlama geliyor?
İstanbul'da bir isyan başladı. Bu politik krizin arkasında ne var?
İstanbul’da günlerdir gençler, sanatçılar, politik gruplar ve futbol taraftarları polis şiddetine karşı Taksim Meydanının merkezindeki Gezi Park için mücadele ediyorlar. Parkın yıkılıp, yerine alışveriş merkezi yapılması gündemdeydi. Bunun anlamı; İstanbullular şehir merkezindeki tek parka veda etmek zorunda kalacaklardı. İnsanlar iş makinalarını durdurmak için sokağa çıktığı zaman, parktaki ilk ağaçlar kesilmişti. Bunun ardından geçici olarak iş makinaları durdurulabildi. Eylemciler yıkımın bir an önce durdurulması ve yeşil alanın korunması talebini ilettiler. BDP’nin İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder yıkımı iş makinalarının önüne geçerek 2 sefer durdurabildi. Bu eylem polisin yoğun saldırısı sonrası üçüncü kez tekrarlanamadı, lakin bunun sonucunda ülke çapında milyonlar eylemciler ile dayanışmak için sokağa çıktılar.
Polisler eylemcilere agresif bir şekilde yüzlerce biber gazı ve gaz bombası kullanarak saldırdı. Direnişin başlangıcından itibaren agresif devlet şiddetinden dolayı binlerce yaralı bulunmakta. CHP gençlik kollarından 22 yaşındaki Abdullah Cömert, polisler tarafından başına ateş edilerek öldürüldü. 19 yaşındaki eylemci Mehmet Ayvalıtaş, Ümraniye’deki dayanışma eyleminde bir araba tarafından ezilerek öldürüldü. Olaya şahit olan eylemcilerin raporuna göre, sürücü ikazlara rağmen kalabalığa doğru arabayı sürmüş. Ölümünden sonra sol hack örgütü “RedHack“ yaptığı açıklamada, Mehmet Ayvalıtaş’ın grubun bir üyesi olduğunu bildirdi. Görünmektedir ki; hareket ne kadar yayılırsa, polisin yöntemleri o kadar şiddetli olmaktadır. Fakat şu ana kadar polisin kullandığı şiddet eylemcileri durdurmayı başaramadığından ötürü, polis AKP gençlik kollarıyla birlikte eylemcileri alanlardan çıkartabilmek için kordineli çalışma yapmaktadır. Ellerinde sopalar ile sokaklara çıkanlar agresif metotlarla eylemcilere saldırmakta ve polis desteğini almaktadır. Barolar direnişte göz altına alınan eylemciler ile dayanışma göstermek için, onları savunacaklarını açıkladılar. Burjuva medyası hükümet ile işbirliği yaparak devletin ve kolluk kuvvetlerinin suçlarını örtmek amacıyla sansür uygulamaktadır. Burjuva medyası direnişin başlangıcından itibaren gözlerini kapatmış, hükümetin direktifleri doğrultusunda hareket etmektedir.
Mücadale ökolojik temelde, Gezi Parkının yıkımını durdurmak amacıyla başladı. Fakat devletin ağır baskıları ve şiddeti dolayısıyla hareket diğer şehirlere sıçradı ve kısa bir süre içerisinde radikalleşti. Hareketin bu kadar kısa süre içerisinde yayılması son dönemde AKP hükümetine olan hoşnutsuzluğun hat safhada olmasından da kaynaklanmaktadır. Taksim alanı son aylarda bir çok derinleşen mücadeleye tanık olmuştur. Taksim Meydanı İstanbul’un merkezi konumundadır. Beyoğlu ilçesi bir çok sanatçının, üniversite öğrencisinin, sol örgütlerinin ve LGBT gruplarının toplandığı ve etkinlikler düzenlediği bir yerdir. Taksim Meydanının orada bulunan İstiklal Caddesi kafeleri ve dükkanları ile insanların sıklıkla uğradığı, İstanbul’un en bilindik caddesidir. Birkaç haftadır hükümetin getirdiği yeni bir yasa dolayısıyla 22:00-06:00 saatleri arasında alkol satışı yasaklanmıştır. Tarihi Emek Sineması sanatçıların ve diğer alanlardan aktivistlerin gösterilerine rağmen, yeni bir alışveriş merkezi inşaa etmek üzere yıkıldı. Muhafazakar kesimden Taksim Meydanında büyük bir cami yapılması çağrısı giderek çoğalmakta. Son kertede Erdoğan yaptığı açıklamada, bu zamana kadar düşülünen AVM yerine Taksim Meydanında cami inşaa edeceklerini belirtti.
Taksim Meydanının öncelikle sol örgütler ve Türkiye’deki işçi sınıfı için sembolik bir anlamı vardır. 1977 yılının 1. Mayıs günü işçiler ve sol örgütler, işçi sınıfının gününü hem kutlamak hem de mücadeleye somut talepler eklemek amacıyla Taksim Meydanında toplanmışlardı. O gün kitle faşistlerin uzun namlulu silahlar ile saldırısına uğramış ve sonucunda 34 kişi öldürülmüş, 136 kişi yaralanmıştı. Bu olaydan sonra Taksim Meydanı 30 sene boyunca gösterilere yasaklandı. Yoğun mücadele sayesinde Taksim Meydanı bir kez daha 1 Mayıs’ta işçi hareketinin gösteri alanı oldu. Fakat bu sene önce inşaat bahanesi ile Taksim Meydanını işçilere ve sol örgütlere kapatan hükümet, yaşanan büyük mücadelenin ardından despot yüzünü bir kez daha açığa çıkararak Taksim Meydanını gösterilere kapattı.
Kapitalist Çıkarlar ve Muhafazakar Paradigma: AKP Hükümeti
AKP hükümeti kentsel dönüşüm temelinde büyük inşaat projelerini gerçekleşleştiriyor. Romanların yaşadığı Sulukule ilçesi yeni evler inşaa edilmek üzere boşaltıldı. Romanlar Sulukele’den boşaltılıp, şehrin 40 km uzağına sürgüne yollandılar. Yeşil alanın katledilmesine sebebiyet verecek 3. Boğaz Köprüsü inşaa edilecek. Bu yetmiyormuş gibi, 3. köprüye Alevi katliamı ile tanınan Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in ismi verileceği açıklandı.
Ayrıca hükümetin çılgın proje kapsamında açıkladığı Kanal-İstanbul projesi de mevcut. Boğaza paralel, Karadeniz’den Marmara’ya uzanan bir proje. Bu proje bir çok evin yıkalacak olmasından dolayı şehri yeniden yapılandırmaya yönelik. Bu bağlamda hükümet inşaat sektöründen olan yatırımcılara yeni yatırım alanları sunmayı planlamaktadır. Bu ve bunun gibi bir çok inşaat projelerinde insanların nerede yaşayacaklarına yukarıdan karar verilmektedir. Hükümetin kentsel dönüşüm politikasına aktivistler yaptıkları protestolarla karşı çıkıyorlar.
Hükümet inşaat projelerini seçim zaferini koz olarak kullanarak kendi başına keyfi gerçekleştirebiliyor. Direnişin ortaya çıkışı ile tekrardan beliren rejimin aktüel krizi toplumun çeşitli çıkarlarını gözeterek bütün burjuva.demokratik sistemi seçimler ile sınırlandırmasından kaynaklanmaktadır. Bunun anlamı; hükümet meclisteki çoğunluğu dolayısıyla projelerini muhaliflerin perspektifini dikkate dahi almayarak gerçekleştirmektedir.
Türkiye’de yaşayan bir kısım liberal kesim AKP hükümetinin muhafazakar yolu takip etmesinden dolayı hayal kırıklığına uğramış durumda. İsviçre ya da ABD modeline dönük bir liberal sistemin kurulmadığından dolayı yaşanan bir hayal kırıklığı bu. Böylesine umutlar sadece bir ilüzyondan ibarettir. Belirli bir hayat standartı ve genişletilen hakları içeren burjuva demokrasisi, bu tip ülkelerin ancak emperyalist güce ulaştıklarında ve diğer ülkelerden kar elde ettikleri zaman mümkündür. Ekonomik olarak emperyalist güçlerin boyunduruğu altında olan diğer bağımlı ve yarı-sömürge devletler gibi, Türkiye’de burjuva düzeni statik değildir. Bunun sebebi, Türkiye’nin global iş bölümündeki posizyonu sebebiyle kalıcı demokratik hakları sunmasını imkansız kılan diğer emperyalist güçlere karşı gerginlikte bulunmasıdır. Türkiye gibi bir ülke burjuva haklarını hedef olarak tanısa bile, emperyalist bir ülkedeki gelişme gücüne erişemez. Bu sebepten dolayı Türkiye’deki burjuva hakları daima geri plana atılır.(Fakat bu durum yanıltıcı olmasın: Emperyalist düzenler bile krize yatkın ve uzun bir müddet statikliğini koruyamaz. Bu 2 emperyalist savaşa sebebiyet vermiştir.)
Türkiye’deki liberal ideologlar, AKP hükümetinin “demokratikleşme sürecini“ başlatması için Gezi Park direnişini enstürmantalize etmeye çabalamaktadırlar. Onlar bu direnişin kitle hareketi olduğundan dolayı sahip olduğu demokratik özünün, herhangi bir batı-emperyalist devletin sunacağı demokrasinin daha fazlasını barındırdığını görmüyorlar. Hareket bütünüyle hükümeti düşürecek ve devrimci bir süreci açacak güce sahiptir. Buna rağmen işçi sınıfının kendi mücadele metoduyla ve sınıf programıyla mücadeleye katılması zaruridir. Liberal ideologlar hareketin olası bir sıçrayışını, yani devrimci sürecin önünü tıkamayı amaçlamaktadırlar. Her ne kadar bazı zamanlarda liberal kesimde hayal kırıklığı söz konusu olsa da, onlar AKP hükümetinin kalmasını amaçlamaktadırlar.
„Sultan“ ve Kemalizmin yöntemi
Gösterilere çeşitli politik örgütlenmeler katılmaktadırlar. Kemalist örgütlenmeler de önderliği eline geçirebilmek için uğraşıyorlar. Bu amaçla kısaca incelenmesi gerekilen bir politik yöntem geliştirdiler; Kemalistlerin bütün çatışma noktaları Recep Tayyip Erdoğan özelinde sınırlandırılmakta. Erdoğan kesinlikle AKP sıralarındaki en agresif polemikçidir. Kendisine duyulan nefret diğer örgütlerin kitlelerini mobilize etmesine yarar sağlamaktadır, fakat bütün olayların temelinde yatan sadece bu politik neden değildir.
Kemalizm 2007 yılında hükümeti düşürebilmek için düzenlediği ve aralarında bürokratların ve generallerin de bulunduğu Cumhuriyet mitinglerinde politik bir yenilgiye maruz kalmıştır. Aralarından çoğu şu anda cezaevlerinde bulunmaktadır. Şimdi ise böylesine güçler Gezi Park mücadelesinde ya da başka yerde gerçek bir önderliğin bulunmamasından mütevellit, aktüel protesto hareketinde nüfuz kazanmak amacındandırlar. CHP ve TGB gibi Kemalist güçler önderliği alabilmek için kitlelerini sokağa çıkarttılar. Fakat hareketin özünün kemalizme mesafeli duran entellektüeller, sanatçılar, öğrenciler, çeşitli sektörlerden örgütlü/örgütsüz işçiler ve devrimci aktivistlerden oluşmasından dolayı, kemalistlerin talepleri ve manevraları şu anda karşılık bulmamaktadır.
Mücadele Türkiye’nin bir çok şehrine sıçradığı gibi, Avrupa’da yaşayan Türk ve Kürd asıllı gurbetçilerin de gündemine yerleşti. Direnişin başlangıcından itibaren Avrupa’da dayanışma gösterileri düzenleniyor. Bir çok yerde büyük kitleler direnişçilerle dayanışmak için toplanıyorlar. Bunların bir kısmı kemalist güçler tarafından domine edilmiş durumda. Kemalistlerin de aralarında bulunduğu hareketin bütünü Recep Tayyip Erdoğan’ın devrilmesi görüşünde uzlaşmış durumda; bu hareketin temeline dönüşmüştür. Buna rağmen direnişçilerin kemalist projelere aldanmaması gerekmektedir, neticesinde burjuva-kapitalist siyasette madalyanonun öteki yüzüdür kemalizm! Bunun yerine kitlelerin ihtiyacı olan burjuva değişkenlerinden bağımsız bir program ve bağımsız bir örgüttür.
Protestoların Zirvesinde Gençlik
İlk anketler göstericilerin %70’inin parti siyasetinde aktif olmadığı yönünde. Bunların %55’i ilk defa hayatlarında gösteri için sokağa çıkmış kimseler. Hareketin çoğunluğu gençlerden oluşmakta. Eylemlerinin öncelikli nedeni AKP hükümetinin hayat anlayışlarını sınırlamak ve değişime uğratmak için yaptığı politikalar. Bu politikalar Erdoğan’ın özellikle genç evli çiftlere yaptığı “3 çocuk“ duyurusuyla başlayıp, alkol tüketen kesimlere alkolik/ayyaş gibi hakaretlerle saldırması ile devam etmektedir. Hükümetin başlıca politikası ise gençliği islamlaştırmaktır. Erdoğan bir konferansta :“Biz dindar bir gençlik yetiştirmek istiyoruz“ diye açıklama yapmıştı. Hükümetin islamlaştırma siyaseti gençlerde fazlasıyla hoşnutsuzluk yarattı. Fakat mücadalenin nedenleri bu siyasi yöntem ile sınırlı değil; 25 yaş altındaki gençlerden %20’si işsiz konumda ve iş koşulları fazlasıyla kötü. Bunlar hoşnutsuzluğu daha fazla derinleştiren faktörler.
Üniversite öğrencileri mücadelede önemli rol oynuyorlar. 2012 Aralık ayından itibaren neredeyse her hafta çeşitli üniversitelerde öğrenciler gerek üniversite yönetimi gerekse polislerle mücadele ediyorlar. Keza güvencesiz istihdamdan muzdarip öğretim görevlileri mücadelelerini son aylarda arttırdılar. Gençliğin hoşnutsuzluğu Türkiye sokaklarında egemen oldu.
Sendikalar sahneye çıkıyor
Türkiye‘ işçilerin çalışma koşulları felaket düzeyinde. İş kazalarından dolayı ölen işçilerin sayısı bir hayli fazla.
Die Türkei bietet den ArbeiterInnen katastrophale Arbeitsbedingungen. Die Zahl der Toten durch Arbeitsunfälle ist extrem hoch. İşçi sınıfının büyük bir kısmı sigortasız ve sendikalaşma hakkına sahip olmadığından dolayı, precariat Türkiye’de önemli bir konu. Fakat buna rağmen sendika büroktarlarının işçilerin taleplerini gerçekleştirmek için ciddi bir çabası söz konusu değil. Bunun yerine sendika bürokratları popülist söylemler kullanarak ayrıcalıklı konumlarını sağlamlaştırma amacındalar. Gezi Parkı hareketi gerek kötü çalışma koşullarını gündeme getirebilmek gerekse kazanımlar elde edebilmek için işçi sınıfı için çok önemli bir rol oynamakta. DİSKve KESK hareketi yaptıkları açıklamalarla sembolik olarak desteklediler. Hareketin durumu radikalleşince ve eylemciler sendikalara genel grev çağrısında bulununca, sendikalar toplanarak 2 günlük genel grev kararı aldılar. Bunun haricinde Hava-İş sendikası 15. Mayıs’tan beri THY grevinde bulunuyor. Grevde olan işçiler de direnişe katıldılar.
Mücadele derinleştikçe sendika bürokrasisinin hainliği aşikar oluyor. AKP hükümetine sırtını dayayan ve Tekel işçilerine yaptığı hainlikle bilinen Türk-İş ve Memur-Sen genel grev talebini reddettiler ve mücadeleye hakaret edip, eylemcileri provakatör olarak tanımladılar. Sendika bürokrasisinin programı sömürünün sürekliliğine dayanır. Küçük reformları işçi sınıfının büyük kazanımları olarak gösteren ve işçilerin radikalleşmesini engelleyen bir program.
İşçilerin şimdi direniş hareketi sayesinde sendika bürokratlarından bağımsız sokağa çıkma ve talepleri için mücadele etme imkanı bulunmakta. Hareket sadece işçi sınıfının aktif katılımı ile sıçrayış yaşayacağından dolayı, hedef sendika bürokrasisini genel grev çağrısıyla baskı altına almaktır.
Bu arada sendika bürokrasisi 2 günlük genel grev çağrısından 1 günlük iş bırakma ve protesto eylemlerine katılma çağrısı uygulayarak geri adım atmış durumda. KESK genel başkanı Lami Özgen bu geri adımı “Şu anda bir genel grev mümkün değil.“ sözüyle açıkladı. Bu açıklama Bülent Arınç’ın KESK’e iç barışı zedelememesi gerektiğini içeren çağrısını yaptıktan sonra geldi. Fakat bu açıklamaya rağmen öğretmenler, doktorlar, mimarlar vs. bulunduğu sektörler mücadeleye katılmış durumda. Bunun hedefi yukarıdan dikte edilenleri değil, kararları kendileri alabilmek. Bu sendika bürokrasisi ile kendi kitlesinin arasındaki gerilimin ilk sebebi; sendikal eylemlerin hangi karaktere sahip olması gerektiği. Gerilimin ikinci sebebi ise; mücadeleye ulaşmak için işçi sınıfının çeşitli sektörlerinin nasıl bir arada hareket edebileceği. Görünen KESK, DİSK, TMMOB ve TİB mücadelenin genişlemesini imkan dahilinde görmüyorlar. İşçiler bütün ülkeye yayılan mücadeleci akım sayesinde taleplerine ulaşma fırsatını gördüklerinden dolayı, sendikalar ve meslek örgütleri işçiler tarafından muhakkak baskı altına alınacaktır. Sendika bürokrasisine karşı mücadele bomba gibi tıkırdıyor.
İşçi Sınıfının Objektif Durumu
2008 yılından itibaren kapitalist krizden dolayı Türkiye’nin büyüme oranı sendeliyor. 2008 krizinin başlangıcında büyüme oranı %1,1 düşüş göstermişti. Onu takip eden yılda Türkiye ekonomisi %-4,7 oranında düşmüştü. 2010-11 yıllarında tekrardan %9,2 ve %8,5 büyüme oranı görüldü. Ertesi yıl tekrardan %2,2 düşüş gösterdi ve bu yıl %3 büyüme oranı bekleniyor.
İşçi sınıfı son yıllarda çalışma saatlerinin azalması ve asgari ücretin artışı ya da çalışma koşullarının iyileştirilmesi(2012 yılında 878 işçi iş sırasında hayatını kaybetmişti) gibi kendi durumunu düzeltecek adımlar atamadı. Buna karşı Türk burjuvazisinin alanı daha da daraltmaktadır. İşçi sınıfına karşı kıdem tazminatının ortadan kaldırılması gibi bazı planlardan feragat etmek durumunda kalındı. Türk burjuvazisi son yıllarda işçi sınıfına karşı büyük ölçekli saldırılarını gerçekleştiremedi. Burjuvazinin planlarının geri tepmesinde 2 mücadelenin çok önemli rolü bulunmakta; 2009-10 senesinde Tekel işçilerinin Ankara’da merkezi bir alanda baskılara rağmen 78 gün boyunca çadırlarda konumlanması. Bu mücadele genel grevi beraberinde getirmişti ve binlerce işçinin devlet ırkçılığına rağmen birleşmesini sağlamıştı. Taksim meydanı için yürütülen kavga; 30 yıl boyunca işçi hareketine yasaklı meydan olan Taksim, militan mücadeleler sonucunda yüzbinlerce işçi tarafından kazanıldı ve 1 Mayıs resmi işçi bayramı olarak tanındı. Hükümet bu sene 1 Mayıs bayramını Taksim’de kutlamayı yasaklarken, şehirdeki ulaşım engellendi ve binlerce polis alanlarda işçilerle ve devrimci örgütlerle çatıştı. Hükümet sadece olağanüstü hal koşullarında işçi sınıfını durdurabilir.
Türkiye’de asgari ücret 375 Euro’ya tekabbül ediyor. Barış görüşmeleri sürecinde Kürd bölgelerinde yaşayan işçilerin sadece asgari ücretin üçte ikisini alabileceği bölgesel asgari ücret söz konusu olmuştu. Bu plan yürürlüğe girmeden evvel Türk burjuvazisi sektörel saldırılara başadı. Asgari ücretler azaltılmasa bile ödenmemiş mesailer, sendikaların iş yerlerine girişine engel olma, çalışma saatlerinin esnetilmesi ve toplu sözleşmelerin engellenmesi ile işçilik maaliyetleri azaltılabilir. Böyle bir politikanın örneği şu sıralar THY’de uygulanmakta. 305 işçi hakları için greve gittikleri için işten atıldılar. Hükümet Gezi Park olayında olduğu gibi acımasız bir şekilde burada da konuya müdahil olmuş durumda. Zira burada saldırıların durması işçilik maaliyetlerinin ne THY’de ne de başka bir iş yerinde azaltılamayacağı anlamına geliyor.
Kürd Hareketinin Konumu
Gezi Parkı direnişi Türkiye coğrafyasında 1980 askeri darbesinden itibaren en radikal hareket olmuştur. Lakin Kuzey Kürdistan böylesine eylemlere yabancı değil, zira Kürtler Türk devletinin kuruluşundan itibaren sayısız kez direniş göstermişlerdir. Şu sıralar PKK ve hükümet arasında yürütülen barış görüşmeleri sebebiyle konjonktür farklı. Gerillalar 8 Mayıs’tan itibaren Kuzey Kürdistan’dan Güney Kürdistan’a geri çekilme sürecindeler ve BDP AKP hükümeti altında demokratikleşme süreci amaçlamakta. 3 Haziran’da Gerillalar sınırda Türk ordusu tarafından savaş helikopterleri ile saldırıya uğradı. HPG bu saldırıyı kınayan bir açıklama yapmasına rağmen, geri çekilmenin sürdürüleceğini belirtti. Anlaşmalar Türk ve Kürd burjuvazisinin ittifakı temelinde barışı hedeflemektedir. Türk burjuvazisi özellikle inşaat sektöründe olmak üzere Güney Kürdistan’da bir çok ticaret yapmaktadır.
Silahlı Suriye’li muhalifler Türk devleti tarafından hem finansal hem de lojistik destek almaktadır. Türkiye’nin dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu Suriye’ye müdahalenin askeri boyutta olması ve Esad rejimini yıkmak için emperyalist güçleri sürekli ikna etmeye çalışıyor. Post-Esad Suriye’sinde Türkiye çok etkili olacağını düşünüyor. Bu iki projede Kürd halkı kilit role sahip. PKK önderi Abdullah Öcalan bunu Newroz’da okunan mektubunda şöyle açıklıyor; “Tıpkı yakın tarihte Misak-i Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı’nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz. Çanakkale’de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler; Kurtuluş Savaşı’nı birlikte yapmışlar, 1920 meclisini birlikte açmışlardır.
Misak-i Milli’ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti’nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkum edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir “Milli Dayanışma ve Barış Konferansı“ temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum.“
Kemalist lügatla(Kurtuluş Savaşı ve Misak-i Milli) biçimlendirilmiş neo-osmanlı konsepti PKK’nin Türkiye’nin kapitalist çıkarlarını bölgedeki diğer Kürd topraklarında desteklemeye hazır olduğunu açığa çıkarmaktadır. Kürtlerin resmi taleplerinin (BDP’nin yaygın kültürel talepleri ve PKK gerillaları için genel af) uygulanabilmesi için, Türk burjuvazisini bu temelde çekmeye yönelik atılan adım anlamına gelmektedir.
Gezi Parkı direnişi BDP’yi kuşkulara itmiştir, zira olası bir AKP hükümetinin devrilmesinde barış sürecinin bozulacağı endişesini taşımaktadırlar. Hareket BDP İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in önderliğinde başladığında, BDP kitlesinin sadece bir kısmı harekete dahil oldu. BDP eşbaşkanı yaptığı açıklamada; “Gezi Parkı’nda yaşananları barış müzakerelerinin karşıtlığına çevrilmesine izin vermeyeceğiz. Çünkü biz onlarla hareket etmiyoruz. Tabanımız kesinlikle ırkçı ve faşistlerle aynı etkinlikler içinde yer almayacak.“
Bazı medya organları bu açıklamayı çarpıttı ve şöyle yayınladı; “BDP Taksim’deki kitleyi faşist olmakla suçladı.“ Bu pozisyon sokakta mücadele eden Kürtler tarafından çürütüldü. Bunun ardından Demirtaş’tan bir başka açıklama daha geldi; “ Bizim sokakta, meydanda direnen emekçiye, devrimciye, ilericiye saygımız var. Zaten onlarla birlikteyiz. Zaten bu sokakları direne direne aşındıran, müzakere sürecini yaratan biziz. AKP’nin de, başkasının da faşizmine boyun eğmedik, eğmeyiz. Hiç kimse faşizme karşı diz çökmesin. AKP de sokaktaki direnişi doğru anlamalı.“
Sokaklardaki baskı ve Türk burjuvaziyle yapılan görüşmelerden doğan çıkarlar BDP’de açık bir şekilde çarpıştırıyor.
Direnişin Perspektifleri
AKP şu sıralar konumunu ve her şeyden önce kapitalist çıkarlarını korumak amacıyla bir kaç geri adımla sonuca varma peşinde. Bülent Arınç ve Abdullah Gül ile konuşma yapan delegasyon Gezi Parkının yıkımının durdurulmasını, İstanbul, Ankara ve Hatay emniyet müdürleri ve valilerinin görevden alınmasını, gözaltına alınan direnişçilerin serbest bırakılmasını, gaz bombası ve benzeri materyallerin kullanımının yasaklanmasını, 1 Mayıs alanı olan Taksim ve Kızılay başta olmak üzere Türkiye’deki tüm meydanlarda, kamusal alanlarda toplantı, gösteri, eylem yasaklarına ve fiili engellemelere son verilmesini, ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasını talep etti. Ayrıca başta 3. Köprü ve HES’ler olmak üzere ekolojik değerleri talan eden politikaların durdurulması, baskıcı, ırkçı, seksist politikaların son bulması, başta THY işçileri olmak üzere tüm emekçilerin hak gasplarına karşı taleplerinin kabul edilmesi, savaş propagandasının son bulması ve barışı talebi de yer almaktaydı gündemde. Bu talepler AKP muhalifliği yapan kemalist güçlerin ve liberal ideologların arzu ettiği taleplerden çok uzak bir konumda.
Son günlerdeki mücadeleler Türkiye’de bir dönüm noktası olduğunu işaret etmektedir. Lakin asıl soru halen cevaplanamamış durumda; Bu tür talepler nasıl kazanılacak? Eylemciler şu ana kadar politik bir zafer kazandılar ve polisleri defettiler. Fakat belirtilen talepler ancak Türkiye’deki kapitalizmin devrimci bir yıkımı ile ulaşılabilir. Bu taleplerin gerçekleşmesi temelinde çalışma yürüten bir devrimci önderliğin olmaması sorunu apaçık ortadadır. Şu ana kadar hükümete karşı cesurca mücadele eden kitleler, mücadeleyi bir başka boyuta taşıma görevine sahiptir. Bu sebeple Taksim Meydanı’nın hareketin kararlarını vereceği bir alana çevrilmesi çok önemlidir. Burjuva muhalefetinin hareketin önderliğini almaması için demokratik öz-yönetim oluşmalıdır. Eylemcilere güçlerini sağlamlaştırmak ve işçi sınıfının diğer sektörlerine ulaşmak için gerçek bir genel grev zaruridir. Demokratik taleplerin tamamen gerçekleşebilmesi için geçiş programı bağlamında Türkiye’de ve enternasyonal sosyalist devrim hedefinde bağlantılı olmalıdır. Bu program düşünce ve toplanma özgürlüğü ve baskılara karşı mücadele ile başlamalıdır, lakin üniversitelerde ve mahallelerde(kapitalist şirketlerin çıkarları doğrultusunda kentsel dönüşüme son) demokratik öz-yönetim soruları da katılmalı ve bu demokratik sorular üretim ilişkileriyle bağlantılı tutulmalıdır.
Kürt halkı ve diğer halklarının ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkı sınırsız bir şekilde kabul edilmelidir. Devrimci kurucu meclis talebi de hükümetin otoriter karakterine karşı yapılan protestoları birleştirebilir. Tabiatıyla bu talepler ancak işçi sınıfının önderliğinde yapılacak devrim ile gerçekleşebilir. Bundan dolayı Türkiye’de işçi sınıfının devrimci partisinin kurulması acil bir vazifedir.