Sömürgeci Saldırganlığın Gölgesinde Kürt Referandumu
İlk olarak 23 Eylül'de Güney Kürdistan’da gerçekleşen bağımsızlık referandumundan önce Almanca olarak yayınlanan bu yazıyı Türkçe çevirisiyle yayınlıyoruz. Hem emperyalist devletler hem de Irak, Türk ve İran işgal devletleri Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını reddedip, askeri harekatlar ve yaptırımlar ile tehdit ediyorlar. Kürt referandumu ne anlama geliyor ve referendum için nasıl bir pozisyon alınmalı?
Organik bir krize eğilim gösteren kapitalist krizin güncel evresi, sadece bonapartist ya da sağ populist/savunmacı fenomenleri beraberinde getirmiyor. Aynı zamanda Katalonya’da, İskoçya’da ve Kürdistan’da ulusal sorun kızışıyor.
Bu tür kriz zamanlarında merkez ülkelerde demokratik haklar daraltılıp, neoliberal saldırılar yürütülüyor. Sermayenin burjuva-demokratik iktidarı otokratik yönetimlere dönüşme sürecine giriyor. Kurulu düzen krizi alışılagelmiş metotlarla çözmeyi başaramıyor. Devletler hakimiyetlerini şiddet ve baskıyla savunmaya çalışıyor. Bu saldırıların odağında sadece çalışan kitleler yok: emperyalist devletler ve bölgesel güçler kendi krizlerinin üstesinden gelmek için yarı-sömürge ve sömürge ülkeleri daha fazla yağmalıyorlar. Ezilen halkların ve yaşadıkları bölgelerin ekonomik ve sosyal olarak dezavantajlı konuma düşürülmesi, ucuz iş gücüne ve doğal kaynaklara kolay erişim için gereken uygun koşulları yaratmak için alınan bilinçli bir karar. Bunun yanında ezen ulusların burjuvazileri olası rakip burjuvaların ortaya çıkmasını engellemek istiyorlar.
Bu sırada ezilen ulusun milli burjuvazisi bağımsızlık talebini ekonomik gelişmeyi sürdürebilmek amacıyla gündemine alıyor. Bu yalnızca kitlelerin hareketi ile meydana gelebileceği için, taleplerin kitleler içinde popüler ve bilinir olması gerekiyor. Özellikle Irak’ın 2003’teki emperyalist işgalinden sonra Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Irak Merkezi Yönetimi arasindaki süre gelen çekişme; bütçe, petrol kaynaklarının maliyesi ve Irak’taki Kürtler için tarihi bir önem arz eden petrol başkenti Kerkük’ün kontrolü gibi konularda arttı. Buna ilaveten Saddam’ın araplaştırma politikası katliamlarla iç içe geçen kitlesel bir tehcir dalgasına sebep oldu.
Referendumun jeopolitik önemi
Ülkenin politik ve ekonomik istikrarsızlığı ve Arap nüfusun içindeki mezhep savaşı Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’yi referandum çağrısına iten diğer sebepler olarak görülmektedir.
Kürt parlamentosunun kararına göre Irak Kürtleri 25 eylülde bağımsızlıkları için oy verecek. Bu Orta Doğu’da kartların tekrar karılmasına sebep olacak yeni bir politik durumu doğuruyor: batılı emperyalistler “IŞİD’e karşı birliği” ve bölge üstündeki kontrollerini savunuyor ve bu amaçtan meydana gelecek her türlü sapmayı engellemek istiyorlar. Bu yüzden kendilerini Irak’taki demokratik hakların ve Irak’ın birliğinin savunucusu olarak takdim ediyorlar.
Burjuva medyası uzun zamandır emperyalist güçlerin sıkı müttefiki olan Barzani Hükümeti altındaki demokratik olmayan vaziyet hakkında ilk defa ancak şimdi haber yapıyor. Alman Spiegel gazetesi şöyle yazıyor: “Kürt Başkanın görev süresi bir yılı aşkın süre önce doldu. Bu zamandan beri ülkenin politikası bloke olmuş durumda. Parlamento toplanmıyor. Kürt bölgeleri aylardır yoğun bir ekonomik krizle karşı karşıya. Özerk Yönetim memurların maaşlarını kesmek zorunda kaldı.”
Irak, Suriye ve Türkiye’deki Kürtler yıllardır IŞİD’e karşı en ön cephede savaşıyor ve önemli zaferler elde ediyor. IŞİD küçük burjuvazinin ve lümpen proletaryanın her türlü demokratik yapıya karşı saldıran gerici bir hereketinden başka bir şey değil. IŞİD’in neden Kürt yapılarına ve bölgelerine saldırdığı apaçık ortada. Kürtler bölgenin çok uluslu yapılarını ve kadın haklarını Hristiyan ve Ezidi nüfusla birlikte savunuyor. IŞİD yalnızca Kürdistan’daki petrolü sahip olmayı değil, aynı zamanda her türlü demokratik eğilimi de parçalamayı hedefliyordu. Irak Merkezi Yönetim’i IŞİD bağnazlığına Şii inancıyla karşı koyarken, Türk hükümeti bölgedeki islamist güçleri destekliyor. Emperyalizm için yeni pazarlar açmak ve destekçilerini kendi istediği politika için kazanmak, bölgenin gerçek demokratikleşmesinin önünde duruyor. Bu yüzden gerici islamın saf bir biçiminin hüküm sürdüğü Suudi-Arabistan emperyalistlerin bölgedeki önemli bir ortağı.
Barzani tek güçlü desteği siyonist işgalci devlet Israil’den alıyor. Siyonist desteğin sebebi Orta Doğu’nun demokratikleşmesi ve Kürt özgürlük hareketinin korunması amacına dayanmıyor. Tam tersine: Siyonist devletin amacı halkların arasına düşmanlık serpmek ve Kürt halkını onun Arap, İranlı ve Türk müttefiklerinden ayırmak.
Kürt liderliğinin ulusal ayrışması
Barzani Kürdistan içinde çürümüş, yozlaşmış ve yolsuz bir yönetim kurdu. Kürt işçiler ve köylüler şimdiden burjuva Kürdistanı’ın yenilenleri. Referandumun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği veya Barzani’nin Referandum sonucunu hayata geçirip geçiremeyeceğinin ucu açık. Arap işgalinin baskısı ve bu baskının “IŞİD” biçimi de kitleleri Barzani’nin bağımsızlık çizgisine yaklaştırıyor.
Sömürge politikaları özünde aynı olsa da, kullanılan farklı metotlar yüzünden, Kürt halkı işgal altındaki dört bölgede (Suriye, Türk, Irak ve Iran) farklı şekilde gelişti. Irak politikası, Arap ve Kürt nüfusunun birbirinden ayrı tutulmasına ve Kürtlerin devletin önemli mevkiilerinden uzak tutulmasına dayandı. Irak’taki Kürt liderliği bu yüzden Türkiye’deki liderliğe göre kendini çok daha fazla soylara dayandırdı. Türkiye bir “Türk ulusu” yaratmak için tam asimileyi ve Kürtlerin Türk metropollerine sürgününü hedefledi. Devlet eğer yeteri kadar Türkleşen hatırı sayılacak kadar Kürt’ü hizmetine aldı. Türkiye’deki Kürt hareketinin bugünki önderleri 60’lı ve 70’li yılllarda Türk metropollerindeki radikalleşen gençliğin içinde politikleşti.
Türkiye’deki PKK önderliği şehirli küçük burjuva bir örgütken, Güney Kürdistan örgütünün önderliği muhafazakar aşiretlere dayanıyor. Türkiye’de entelektüellerin bir kısmının reformist Kürt partisi HDP’yi desteklemesi Türkiye’deki Kürt hareketinin bu özelliğinin bir sonucu.
HDP, Türkiye’yi küçük burjuva temelde demokratikleştirmenin bir denemesidir, yani devlet mekanizmasını tasfiye etmeden, yerel yapılar oluşturup ve devlet gücünü demokratik talepler temelinde desantralize etme çabasıdır. Bu deneme, HDP ve PKK’nin, Türk devletinin müzakere masasında reforme edilebilir ve ulusal ezilmenin sermaye sınıfına karşı bir mücadele gerçekleştirmeden ortadan kalkabileceğine inanmalarına kadar gitmiştir.
Bu hayalciliğin sonucu tüm Kürt yapılarının ve taleplerinin Türk devleti tarafından kısa süre içinde yok edilmesi ve HDP’nin şuan pratikte felce uğramasına sebep olmuştur, çünkü Türkiye’nin sömürgeci karakteri HDP tarafından küçümsenmiş ve Türk burjuvazisinin Kuzey ve Batı Kürdistan’daki maddi çıkarları görmezden gelinmiştir. HDP, arkasındaki polis, asker, adalet ve hapishanelerden oluşan baskı aracını görmeden devleti sadece ideolojik bir aygıta indirgemiştir. Türkiye’deki Kürt bölgelerinin askeri kuşatılması PKK’nin reformist-küçük burjuva politikasının çıkmazını ortaya koymaktadır.
Barzani kendini Bağdat’taki merkezi hükümetten politik olarak uzaklaştırıyor, çünkü hükümetle işbirliğinin devam ettirilmesinde herhangi bir çıkarı yok. Barzani’nin Arap entelektüel ve akademisyenlerle olmadığı gibi, Güney Kürdistan’daki Kürt akademisyenlerle de bir bağlantısı yok. Bu yüzden Arap sömürgeciliği Güney Kürdistan halkına, Bağdat’taki Şii merkezi hükümeti veya IŞİD’in Sünni fanatizmi olarak yansıyor. Güney Kürdistan’daki referendum Barzani ve PKK arasındaki ilişkileri zorlaştırıyor, çünkü PKK kendi Kürt devletini kurmaktan vazgeçmiş ve işgalci ülkelerin demokratik dönüşümünü hedef almış durumda. Bu sırada Barzani, Güney Kürdistan’ı uluslararası büyük güçlerle yapılan müzakerelerin bir sonucu olarak kurmaya çalışıyor. Barzani neoliberal ekonomik bir modeli savuyor, emperyalist ve bölgesel güçlerle sorunsuz bir işbirliğini hedefliyor. Ezilen bir halkın iki farklı politik programı karşı karşıya duruyor: PKK’nin küçük burjuva-reformist programı ve Barzani liderliğinin muhafazakar-burjuva programı.
Enternasyonalizm: Ulusal baskıdan kurtuluşun kılavuzu
Referandum muhtemelen son ana kadar iğne üstünde olucak. Emperyalist baskı çok yüksek ve Barzani çok pragmatist hareket ediyor: “Bizim için iki olasılık gözüküyor: ya 25 Eylül’de referandumu gerçeklestireceğiz, ya da aynı gün bazı başka kazanımları kutlayacağız. Bu iki olasılıktan sapmayacağız” (Barzani)
Yani, eğer Barzani batılı emperyalistlerle gizlice görüşür, bağımsızlık referandumunu ertelerse, sürpriz olmaz. Referandumu çürümüs hükümetinin çıkarlarını korumak icin taktiksel bir manevra olarak görüyor.
Bir halkın ezilmesinde yalnızca egemen sınıfın değil, kendi devletlerinin çıkarlarını sorgulamayan sosyal-şovenistlerin de çıkarı vardır. Bu şekilde Türkiye’deki entelektüellerin milliyetçi kesimleri ve bazı örgütler, Kürt devletini emperyalistlerin yalın bir projesi olarak ele alıyor ve Irak’ın sınırlarını savunuyorlar. Türkiye’deki Kürtlere karşı olan ırkçı politikalarını, Irak’taki Kürt nüfusa karşı genişletiyorlar. Onlara göre; Kürt halkının ezilmesi değil, sömürgeci esaretten kurtulması bir sorun. Bu güçler kendi Türk devletlerine karşı hareket edip, birleşik sosyalist bir Kürdistan’ı destekleme görevinden uzak duruyor. Kürdistan’ın 1916’da Sykes-Picot Antlaşmasıyla bölünmesinden beri Kürt halkına karşı yürütülen savaşlar ve ulusal baskı, batılı güçlerin bölgede güç kazanmasına ve karlarını attırmasını sağladı.
Türkiye’deki solun reformist-merkezci kanadının önemli bir bölümü HDP’nin politikasiyla felç konumdayken, stalinist-kemalist kanat referanduma karşı sömürgeci bir pozisyon alıyor. Buna karşı Troçkist organizasyonlar Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını savunuyorlar. İran’daki sol güçler Kürt halkının bu demokratik hakkını tanımıyor ve halkların birlikte yaşamasının merkezi hükümet tarafından dayatılamayacağı ve ezilen ulusun şiddet ve tehdit ile birlikte yaşamaya mahkum edildiğinden bahsetmeden, sömürgeciliğin sempatik yüzüyle Irak’ın bütünlüğü için argüman üretiyorlar. Halkların kardesçe birlikte yaşaması ancak gönüllü temelde gerçekleşebilir. Bu manada referandum hemen bir Kürt devletinin kurulacağı anlamına gelmez. Bundan ziyade referandum kendi kaderini tayin hakkına sahip olmakla alakalıdır.
Sosyal-şovenistler sözde anti-emperyalist tutum alırlarken, sömürgeci zulmün bir parçası oluyorlar.
Lenin’e kulak verelim:
„Sıklıkla yanlış yorumlanan “kendi kaderini tayin hakkı” yerine, çok daha net bir kavramı kullanıyorum: “özgürce ayrılma hakkı”. Kendi kaderini tayin hakkı; halkların birarada yaşamasının iki tarafın da isteği doğrultusunda gerçekleşmesinin garantisidir. Bizim yalnızca kolonilerin kendi kaderini tayin hakkını kabul ettiğimiz hiçbir zaman söz konusu olmamıştır: ezilen ulusların da bu hakkını tanımaktayız. Sosyalistler büyük amaçlarına her türlü ulusal ezilmeye karşı gelmeden ulaşamazlar. Sosyalistler mutlaka ezen ulusun sosyal-demokrat partisinin ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkını tanımalarını ve inatla savunmalarını talep etmelilerdir: bu hak kelimenin tam politik anlamıyla politik ayrılma hakkıdır. Büyük bir devlet veya sömürgeci bir ulusa ait olan bir sosyalist, eğer bu hakkı tanımıyorsa bir şovenisttir.“
Kürt işçileri ve yoksul kitlelerin kendi kaderini tayin hakkını pratikleştirmekte yalnızca desteğe ihtiyaçları yoktur. Aynı zamanda Arap ve Türk proleteryasının ezen ulus burjuvazisine karşı dayanışmalarına da ihtiyaçları vardır. Bu demektir ki: Kürt halkı Bağdat, Tahran ve Ankara’dan gelecek her türlü saldırıya karşı savunulmalı ve ortak yapılar kurulmalıdır. Bu işgalci devletlerin hastalıklı aygıtlarıyla yapılacak mücadelenin temelidir. Enternasyonal işçi sınıfı ve ezilen halklar ancak silahlarını kendi burjuvazilerine doğrulturlarsa gönüllülük ve karşılıklı kurulacak güven temelinde birarada yaşamayı mümkün kılabilir. Bu mücadele bölgedeki emperyalist egemenliğin sonu için yürütülecek savaşla ayrılmaz bir bütünlük içindedir. Bölgenin talan edilmesi ve bölünmesi ancak birleşik sosyalist bir Kürdistan’in içinde bulunacağı Orta Doğu Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu’nun kurulması ile mümkündür.