Rojava’daki Deneyimler ve Devrimci Strateji
Rojava deneyimleri üzerine çeşitli değerlendirmeler bulunuyor. Yaşanan süreci bir devrim olarak nitelendirebilir miyiz? Özyönetim yapılarının toplumsal içeriği ve nihai olarak Kürt halkının kurtuluş perspektifleri nelerdir?
Rojava ABD’nin emriyle silahlanmadı
Kürt Hareketi ABD’nin emriyle islamcı terörle savaşmak için silahlanmadı. Silahlanma sürecini başlatan esas unsur, özyönetime duyulan arzudur. Ezilen ulusun kendi kaderini tayin etmesi, ulusal baskıdan kurtuluş yolunda geçiş karakteri taşıyan kilit bir adımdır. Ezilen uluslar bu taleplerinde eşit haklara sahip olmanın yolunu görürler. YPG/YPJ kendi özyönetimlerini korumak için İŞİD’i yendiler. Bizler Rojava’nın askeri başarılarını savunurken, tüm yabancı orduların ve kuvvetlerin Suriye ve Rojava’dan çekilmesini talep ediyoruz. Esad rejimi fırsattan istifade ederek, Rojava halk savunma birliklerini silahsızlandırmayı amaçlıyor. Böylelikle Rojava’yı kendi rejiminin boyunduruğu altına alabilecek. Bizler Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını, öz-yönetimlerini ve ordularını destekliyoruz.
ABD’nin Suriye’den çekilmesinin ardından, elbette İŞİD’in tekrar güçleneceği veyahut benzeri islamcı-cihadist grupların oluşup oluşmayacağı sorusu tartışılıyor. İç savaşlar ve emperyalist saldırılar tarafından tahrip edilmiş toplumlar ve bu ülkelerin ekonomik bağımlılığı, İŞİD gibi gerici güçlerin sosyal tabanını oluşturmasındaki belirleyici faktörlerdir. Bu bağlamda İŞİD’in asıl olarak 2003 ABD işgaline karşı Irak devleti ve ordusunun zayıflığından faydalandığına da dikkat çekmek gerek.
İŞİD, “sokaktaki” gücünü Orta Doğu’nun genelinde meydana gelen, devrimci durumların karşı devrimci süreçlere dönüşmeye başlaması ile topladı. Ancak İŞİD’e karşı gerçekleşen askeri başarılar ve Rojava’daki demokratik kazanımlar göz ardı edilemez. Bölge halkının çoğunluğunda bu zaferler kadın ezilmesi ve milliyetçi çatışmalardan bir kopuş olarak görüldü. Bu kazanımların sınırları üzerine yazının sonuç kısmında değineceğiz.
Emperyalist devletlerin “İŞİD tehlikesine” karşı olan korkuları, AB ve ABD’nin Batı Asya’da yenildiği varsayımına dayanmakta.
Kürt Hareketi, Trump’ın geri çekilmeyi açıklamasının ardından, ABD askeri üssü çevresinde iki ana talep etrafında sivil eylemler gerçekleştirdi: Rojava hava sahasının uçuşa yasak bölge ilan edilmesi ve halkın güvenliğinin sağlanması için Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün bölgeye konuşlanması. Trump, Kürt Hareketini Rojava’da politik olarak “ılımlı” hale getirmeye, yani PKK’yi marjinalize etmeye çalıştı. Buna göre YPG ve YPJ kendini PKK’den örgütsel ve politik olarak ayırmalıydı. Washington son olarak Kasım ayında PKK liderlerinin başına para ödülü koymuştu. Kürt Hareketi ABD ile iş birliğini yalnızca askeri bir taktik olarak sunmaya çalışsa da, bu ortaklıktan doğan bağımlılık ilişkisini göz ardı edemeyiz. Rojava’da ABD’nin iki hava ve sekiz askeri üssü bulunmakta.
Mevcut durumda Kürt liderliği Türk saldırılarını geri püskürtmek adına Esad ile askeri bir birlik kurma kanaatinde ve bu birliğin şartlarını müzakere ediyor. Eğer ki Kürt hareketi nihai olarak Esad ile bir ittifaka giderse, federalizmden ve kazanımlardan feragat etmesi gerekecek. PYD, Suriye’nin toprak bütünlüğünü kabul ettiğini belirtse de, Esad Rojava’nın özyönetimini reddediyor ve Rojava hükümetinin silahsızlanıp, kendisine tam olarak boyun eğmesini talep ediyor.
Öte yandan “Rojava Demokratik Özerkliği”nin Batılı kapitalist devletler tarafından tanınması için verilen ödünler, bölgedeki toplumsal değişimin önünde bir engel oluşturuyor.
İktidarın sosyal yapısı
“Rojava Toplumsal Sözleşmesi” ile olan tecrübeler bu engelleri açık bir biçimde ortaya koyuyor. İki örnek bu çelişkileri somutlaştırmamıza yardımcı olacak.
- Demokratik Özerk Yönetim, toplumsal sözleşmenin giriş bölümünde “ulus-devleti, askeri ve dini devlet anlayışını, aynı zamanda merkezi yönetimi ve iktidarı” kabul etmediğini açıklıyor. Bir sonraki cümle ise var olan düzeni betimliyor: “Bölge Yönetimleri; bütün etnik, toplumsal, kültürel ve ulusal oluşumların kendilerini kurumları aracılığıyla ifade etmeleri için toplumsal mutabakata, demokrasiye ve çoğulculuğa açıktır.”
- 41. Maddede de bu düzenin maddi temelini görmekteyiz: “Mülkiyet ve özel mülkiyet hakkı güvence altına alınır. Yasadışı olarak hiç kimse mal ve mülklerini kullanım hakkından mahrum bırakılamaz. Hiç kimsenin toprağı ve mülkü elinden alınamaz. Kamu çıkarı için alınması gerekiyorsa da karşılığı ödenmelidir.”
Rojava’daki özyönetim yapıları dünya çapında ilerici güçlerin ilgisini üstünde topladı. Devleti yerel kurumlara (köy, şehir ve mahalle kooperatiflerine) indirgeyen ve tüm karar kurullarını bu kurumlara devreden model, “devlet olmadan” yaşanacak bir taban demokrasici alternatif olarak sunuluyor. Bu modele Abdullah Öcalan “Demokratik Konfederalizm” adını veriyor.
Bunu devlet olmayan siyasi yönetim biçimi olarak tanımlamak mümkündür. (…) Ulus devletin katı merkezli, düz çizgili, bürokratik yönetim ve idare anlayışına karşılık, tüm toplumsal gruplar ve kültürel kimliklerin kendilerini ifade eden siyasi oluşumlarla toplumun özyönetimini gerçekleştirirler.
Rojava’da şura yapılarından bahsedilirken, bunların esasen politik vekalet sahibi kooperatif kurumlar olduğunu belirtmeliyiz. Bunun hakkında Sharzad Mojab, “Kadınlar ve Devrim: Marksizmi ve Feminizmi yeniden düşünmek” adlı makalesinde şöyle yazıyor:
›Radikal demokrasi‹’nin devletin yokluğunda uygulanması talebi, Rojava Özerk yönetiminin aslen bir devlet gibi hareket etmesiyle boşa düşüyor. Rojava Özerk Yönetimi de facto bir devlet. Bu devletin liderliğinde çok iyi örgütlü olan politik bir parti bulunuyor; iyi örgütlenmiş bir orduya sahip; yasama, yürütme ve yargı organlarından oluşuyor; bir çok ülke ile diplomatik ilişki içinde; uydu televizyon kanalları gibi medya kuruluşlarına sahip. Demokratik Birlik Partisi (PYD)’nin inisiyatifi ve Suriye devletinin çöküşü böyle bir oluşumu mümkün kıldı. Rojava, savaş ve yıkımdan fonksiyonel özerk bir bölge olarak doğdu, çünkü liderliği bölgeyi devlet olarak örgütleyebilecek güce sahipti.
Rojava yönetimi esasen kapitalist demokrasinin ne kadar esnekleşebileceği yönünde deney yapıyor. Enternasyonal kapitalist krizin başlangıcından on yıl sonra, birçok burjuva hükümeti parlamenter yasalardan bağımsız olarak despotik yollarla sermayenin çıkarlarını kabul ettirmeye çalışsa da, bu burjuva demokrasisinin temel sınıf karakterini değiştirmiyor. “En elverişli gelişme koşulları içinde düşünülen kapitalist toplum, demokratik cumhuriyet biçiminde az çok tam bir demokrasi görünümündedir. Ama bu demokrasi, hep kapitalist sömürünün dar çerçevesi içine sıkışıp kalmıştır; bu yüzden, sonuçta hep azınlık için, yalnızca varlıklı sınıflar, yalnızca zenginler için bir demokrasi olarak kalır.” (Lenin, Devlet ve Devrim)
Mülkiyet ilişkilerinden bağımsız, tüm sınıfların (büyük toprak sahipleri, küçük burjuvazi, köylüler, tarla ve endüstri işçileri) uyumlu ilişkisine dayanarak meydana gelecek bir temsiliyeti sağlama çabası Rojava için bir distopyadır. Sivil halkın aşırı özverisi ile meydana gelen tecrübeler, burjuva demokrasisine taban demokrasici bir biçim verme çabası, kendi sınırlarına çarpıyor.
Rojava Devrimi?
Türk ve Suriye devletleri Rojava’yı kendi merkezileştirilmiş devlet iktidarının bir reddi olarak görüyor. Birçok başka kuvvet ise – özellikle de Kürt Hareketinin kendisi, Rojava’daki gelişmeleri bir devrim olarak nitelendiriyor.
Eğer ki bir devrimden söz ediyorsak öncelikle devrimin bir tanımına ihtiyacımız var: Ekim 1905’te Troçki Nasche Slowo (Bizim Sözümüz) gazetesinde şöyle yazıyor: “Devrim her şeyden önce bir iktidar sorunudur: devlet biçiminin değil (kurucu meclis, cumhuriyet, birleşik devlet), iktidarın sosyal içeriği ile ilgili bir soru.”
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Rojava’nın devrimle olan ayrılığı her şeyden önce iktidarın sermayedarların elinde kalmasıyla, yani üretim araçları, ev ve toprak üzerindeki özel mülkiyetin dokunulmazlığı ile başlıyor. Kürt Hareketi’nin önderliği, devletsiz bir topluma geçişteki mutlak gerekli bir adım olan özel mülkiyetin kaldırılmasını azımsıyor, hatta göz ardı ediyor. Stratejisi büyük toprak sahipleriyle ve kapitalistlerle ortak çalışma üzerine kurulu olduğu için, bu güçlerle kopmaya hazır değil. Ancak sömürgecilik karşıtı tüm özgürlük hareketlerinin tarihinde ezilen ulus burjuvazisinin özgürlük sloganını yalnızca egemen sınıf olarak kendi bağımsızlığını kazandığı noktaya kadar taşıdığını görüyoruz. Ezilen ulus burjuvazisi, ezen ulus burjuvazisinden bağımsız olarak egemen olma özgürlüğünü elde ettiğinde, emekçi kitleleri kendi iktidarını korumak için ezmeye başlıyor.
Demokratik özyönetim, bölgedeki tüm kuvvetlerin ve sınıfların ortak hedefi olarak ortaya konuluyor. Ancak bu yüzden Kürt bölgelerinde mevcut olan konsey ve taban meclisi inisiyatifleri bir kooperatif olmaktan öteye gidemiyor, çünkü bu inisiyatifler gerçek bir öz örgütlenme konseyinin burjuvazinin mülksüzleştirilip, tüm özel mülkiyetin kamulaştırılması, toprak ve evlerin emekçi halk arasında dağıtılması gibi görevlerini üstlenmeyi kabul etmiyor. Konsey tipi yapılar bu zamana kadar meydana gelen başarılarla yayılıp, sağlamlaştırılmadı. Aksine, Kürt Hareketi devrimi sağlamlaştırmak için daha fazla zamana gerek duyulduğuna işaret ediyor – ancak biz bu argümanın mevcut olan inisiyatifler ışığında aksini savunuyoruz. Zaman her şeyin ilacı değildir.
Bizler, şuraları bir taraftan devrime doğru bir geçiş dönemini aralayan, siyasi ve askeri olarak emekçi kitlelerin çıkarlarını savunan, diğer taraftan da kapitalist hükümeti parçalamayı ve devlet iktidarını eline almayı hedefleyen işçi ve köylülerden oluşan iktidar organları olarak görüyoruz.
Zaferin koşulları
Kürt milislerinin kahramanca mücadeleleri, onların ezilen halkların ve enternasyonalist aktivistlerin sempatisini kazanmasını sağladı. Lakin toplumsal değişimler gerçekleşmediği takdirde, Rojava’nın izolasyondan kurtulması mümkün değildir. Bu sebeple askeri taktikler genel durumu değiştirmek için yetersiz kalıyor. Kürt direnişinin mücadele etmek ve kazanmak için silaha, Erdoğan ve Esad rejiminin elinden sosyal tabanını alması için ise bir programa ihtiyacı var.
Örneğin; Rojava’nın çok uluslu ve feminist deneyimleri ile inanç özgürlüğünün din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak tanınması ilerici gelişimler. Bu tür deneyimler bölgede yaşayan, her günü savaş tehditi altında endişe ederek geçen milyonlarca insana ilham olabilir. Türk devletinin ekonomik krizi aşma planı, Rojava’yı işgal etmekten geçiyor. Bizler, Türk devletinin işgalci savaşına karşı Rojava’nın zaferini destekliyoruz.
Rojava’nın İŞİD’e karşı aldığı zafer, bölgede kök salmaya başlayan karşıdevrimci dönemece verilen bir cevap anlamını taşımaktadır. Türk devletinin Rojava’yı işgali ya da emperyalist güçlerin müdahalesi durumunda, bölgede yeniden olağanüstü koşullar egemen olacaktır. Bu tür koşullar İŞİD veya türevi örgütleri yeraltından çıkmaya cesaretlendirecektir. Gerici koşulları değiştirmek, yani emperyalist güçleri, İŞİD’i ve kolonyalist bölgesel güçleri nihai olarak tarihin çöplüğüne yollamak için, Rojava‘nın maddi toplumsal değişimleri başlatması ve Esad rejimiyle anlaşma uğruna yapılacak bir silahsızlanmayı reddetmesi gerekiyor.
Gelişimi engelleyen bölge sınırları ortadan kaldırılmadıkça Rojava’nın uzun vadede müdafaası mümkün değildir. Rojava’nın hali hazırdaki araçları kullanarak Kuzey Kürdistan’daki sanayi ve Güney Kürdistan’ındaki petrol ve gaz imkanlarından yararlanması gerekiyor. Ancak yerel Kürt burjuvazisi bu görevi üstlenecek konumda değil. Kürdistan dört parçaya bölünmüş olmasından dolayı, tüm bölgedeki işçiler, köylüler ve ezilen halklar arasında devrimci bilincin uyanışı, zaferin esas koşullarından birisidir. Dış politikada esas görev bu çerçevede tanımlanmalıdır.
Bu tür koşullar bölgedeki sınıf savaşı dinamiklerinde bulunmaktadır: İran burjuvazisinin çıkarları bugün Tahran’da değil, Şam’da savunuluyor. İran meşruiyetini ve iktidarını Şam’da yeniden inşa ederken, rejim kendisini “anti-emperyalist” olarak sunmaya çalışıyor. Halbuki Suriye’de kazandığı her zafer, İslam Cumhuriyet’inin ülkede işçileri, kadınları, Kürtleri ve diğer ezilen halkları sindirmesine hizmet ediyor.
İran’daki kitlelerin 2009 yılındaki siyasi katılım, kadın hakları ve demokratikleşme talepleri yerine gelmedi. Bunun başlıca sebebi, hareketin reformist önderliğinin kitlelerin radikalleşmesinden tedirgin olması ve geri çekilmesidir. Kitlelerin yerine getirilmeyen talepleri, sürekli ilerlemeye dayanak oluşturmaktadır. Sadece bu sene içerisinde kadınlar, öğrenciler ve işçiler grev ve benzeri eylemlerle sokaklara çıktılar. Özellikle kamyon ve otobüs şoförleri, öğretmenler, şeker, maden ve çelik işçilerinin grevleri büyük yankı uyandırdı. Rojhelat’daki (İran Kürdistanı) Kürtler gerek ülkedeki grevlere ve eylemlere katılarak gerekse kendi başına direniş örgütleyerek, öznesel bir konuma yükseldi. Tüm baskılara rağmen işçiler ve Kürtler mücadelelerinden geri adım atmıyorlar. Ahvaz ve Haft-Tappeh işçileri günümüzdeki mücadelenin öncülüğüne yükseldiler. Bu mücadelede öncü işçiler kendi fabrikalarının işçi kontrolü hedefinden yola çıkarak, genel işçi şuraları kurmak için çağrıda bulunuyorlar. İran’da 1976-1981 yılları arasında işçi kontrolü temelinde işgal edilmiş fabrikalar bulunuyordu. Bu dönemde Kürt şehirlerinde ikili iktidar unsurları ortaya çıkmıştı. Bu tür siyasi öğretiler barındıran deneyimler, kitlelerin yeniden mücadele etmeye başladığı zamanlarda büyük değere sahiptir. Bugün İran’daki hareket, ekmek, iş ve özgürlük talepleri etrafında şekilleniyor.
Bir cihadist saldırganlık olarak İŞİD, bir İslam devleti kurmayı hedefliyordu. Bu esnada Müslüman olmayan kadınları, bilhassa Ezidileri köleleştirdi. İşgal ettiği alanlarda halkları sürgüne yollayan ve mallarına el koyan İŞİD’in pratiği halen ortadan kaybolmuş değildir. İŞİD, Türk devleti Afrin’i işgal ederken, orada inşa edilen demokratik kurumları yok etti ve toprağından kaçmak mecburiyetinde olan yerlilerin mallarına el koydu. Afrin’de siyasi temsilciliği islamcılara altın tepside sunan Türk devletinin pratiğinde soykırımcı unsurlar bulunmaktadır. Kürtleri sürgüne göndererek ve mal varlığına el koyarak azınlık hale getirmek, Türk siyasetinin tarihsel ana taktikleri arasında yer almaktadır.
Kürdistanı birleştirme programı hali hazırdaki Kürt örgütlerinde (Kuzey Kürdistan’da PKK, Doğu Kürdistan’da PYD, Güney Kürdistan’da KDP ve Doğu Kürdistan’da Komala) yer almamaktadır. Her ne kadar bu örgütlerin diğer parçalarda destekçileri bulunsa da, içerik olarak birbirinden farklı noktalarda konumlanıyorlar: PKK ve PYD demokratik mücadeleyi savunurken, KDP hali hazırda Güney Kürdistan’daki bürokratik ve yolsuz iktidar aygıtını yönetmektedir. Kürdistan’ın birliği için programa ihtiyaç bulunuyor. Burjuva temelinde bir birliğin Kürdistan’da başarıya ulaşması da mümkün değildir. Zira yerel partilerle organik bütünlüğü bulunan Kürt burjuva fraksiyonları hali hazırdaki statükonun köklü değişimine karşı duruyorlar. Onlar bu sebeple radikal bir burjuva programına karşı mesafeli duruyor.
Kürt küçük burjuvazisi de Kürdistan’ı birleştirecek güce ve programa sahip değil. Yani burjuva siyasetinin Kürdistan’ı birleştirme çabaları, Kürt burjuvazisinin ilgisizliği ile sonuçsuz kalıyor. İşgalci devletlerin bu çabaları daima sindirmeye çalıştıklarını hatırlatmaya gerek duymuyoruz.
Biçimsel olarak Rojava yönetiminin taban demokrasisine dayanan organlarına ilerici diyebiliriz. Burada kadınlar, bölge hakları ve inanç grupları temsiliyet hakkına sahipler. Bu yapıların hakiki ikili iktidara ulaşabilmeleri için, toplumsal içeriğin işçilerin ve köylülerin çıkarları doğrultusunda değişmesi gerekmektedir;
Özyönetimin olduğu her yerde herkes için iş, aş ve konut bulunuyor.
Kürt ordusu toplumsal devrim için gerekli olan acil tedbirleri sadece müjdelememelidir. Bilhassa bunların acilen hayata geçirilmesi şarttır:
- Mevcut gıdaların, mamul malların ve diğer malzemelerin kamulaştırılması ve ihtiyacı olanlara dağıtılması
- İşçilerin ve özellikle asker ailelerinin çıkarları doğrultusunda konutların yeniden dağıtılması
- Arazinin ve tarım envanterinin köylülerin çıkarları doğrultusunda kamulaştırılması
- Tüm sınıfların uyumlu bir şekilde temsil edilmesi yerine, işçilerin üretim üzerinde kontrolünü oluşturması ve şura iktidarının kurulması
Böylesine bir adımın atılması sahip ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin demokratik sınırlarının ötesine geçip, tüm bölgenin geleceğinin belirlemesine olanak sağlar. Savunulan ve kurtarılan bölgelerde toplumsal devrim tedbirleri alınmalıdır. Binaenaleyh, zaferin diğer koşulu güven kurmaktır: Mücadele edenler, demokratik sömürünün yeniden inşaa edilmesi için değil, bilakis toplumsal kurtuluş saflarında yer aldıklarının farkına varmalıdırlar.
Kürt direnişinin kendisini ezilenlerin ve sömürülenlerin esas savunucusu olarak kanıtlaması için gerekli olan koşul budur.
Kürdistan’ın birleştirilmesi ancak işçi sınıfının küçük burjuvazi ve köylülük üzerinde iktidarını inşa etmesiyle mümkündür. Bu şekilde tüm reformist ve küçük burjuva önderliklere rağmen, Kürdistan’ın tüm parçalarında kitlelere ulaşılmalıdır. Bugün kolonyalist stratejinin karşısında devrimci stratejinin konumlandırılması gerekmektedir. Eğer Kürt direnişin önderliği burjuva demokratik program pratiğiyle sömürgecilikten kurtulmakta ısrar ediyorsa, bizler devrimci Marksistler olarak bu yanılsamayı kahramanca mücadele eden Kürt kitleleri ve onların zaferi için teşhir etmek zorundayız. Kürt gençliği 2015 yılında Türk devletinin Kuzey Kürdistan şehirlerini askeri ablukaya almasına karşılık, ilham verici bir direniş örgütledi. Barikat ve hendeklerin yardımıyla savaşan gençler, bazı ilçelerde geçici olarak kontrolü ele geçirebilmişti. Bu alanlarda öz-yönetim dahi ilan edilmişti. Her ne kadar mücadelenin programı olgunlaşmamış olsa da, mücadele arzusu üst düzeydeydi.
HDP bu mücadeleyi parçaladı, daha doğrusu HDP içerisindeki burjuva fraksiyonları bu mücadeleyi kendi çıkarlarına karşı bir savaş olarak algıladı. Kuzey Kürdistan burjuvazisi, Türk devletini demokratikleştirerek, pazarda daha yüksek bir pay umudunu besliyor. Kendisi sömürgeci stratejinin boyunduruğundadır. Bu çıkar çatışması sonrasında HDP fiilen parçalanıp, Erdoğan’ın gözünde dokunulmazlığını kaybetmiştir. O zamandan beridir tüm saldırılara rağmen eylemsiz ve hareketsiz durumdadır. Lakin Türkiye’de milyonlarca insan savaş karşıtı bir seferberliğe kazanılabilir ve böylelikle egemen şoven dalga kırılabilir. Bu süreçte AKP içerisinde konumlanan faşist yapıların parçalanması gerekmektedir. Bu sebeple, savaş karşıtı seferberlikler kısa bir süre içerisinde anti-faşist bir karaktere ve programa bürünmek zorundadır. Kürtlerin, sendikal ve sol örgütlerle beraber hükümetin kemer sıkma ve savaş politikalarına karşı eyleme geçmeleri gerekiyor. Bu temelde kapitalist krizin faturasının kapitalistler tarafından ödenmesi esas slogan olmalıdır.
Belirttiğimiz üzere, Rojava’nın müdafaası sadece askeri araçlarla gerçekleşmedi. Bugün ve yarının kaderini belirleyecek olan, müdafaa alanlarında ve bölgenin diğer ülkelerinde özyönetimi ilan etmektir. Irak, İran, Suriye ve Türkiye işçileri kendi sömürücülerine karşı öfkelidir. Zira bu hükümetler sadece kriz ve savaş vaat etmektedirler. İşçi sınıfını boyunduruğu altında tutmak için, savaş kışkırtıcılığı, korku siyaseti, baskı ve şoven propaganda araçları kullanılmaktadır. Tam da bu sebepten ötürü, herkese iş, aş ve konut sözü veren ve işçilerin hükümeti perspektifini barındıran sosyalist siyasetin cazibesi artmaktadır. Bize göre, böyle bir program bölge içerisinde bir sıçrama, veyahut yeni bir bahar yaratır. Eğer işçi sınıfını örgütlü seferberliğe taşıyacak bir umut bulunuyorsa, bu Kürt gençliği ve kadınlardadır.
Batı Asya Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu perspektifi içerisinde sosyalist ve birleşik bir Kürdistan için bağımsız bir önderlik gereksinimi bulunuyor. Çıkar çatışmasından ötürü parçalanan gerici bloklar, sınıf mücadelesine karşı birleşeceklerdir. Sürekli ve kalıcı devrimin esas koşulu, emperyalistlerin ve onların hizmetkarlarının bölgeden def edilmesidir. Üretim araçlarının özel mülkiyetinin kamulaştırılmasını ve şura iktidarını savunan program, Batı Asya Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu perspektifini somutlaştıracaktır.