“Öfkeyi örgütlü eyleme dönüştürürsek korku geri çekilecektir. ” – Türkiye’den marksist üniversite öğrencisi ile röportaj
Marksist Fikir Toplulukları Federasyonu (MFTF) genel başkanı ve Sosyalist Emekçiler Partisi (SEP) üyesi Derya Koca ile üniversitelerdeki son durum ve olağanüstü hal üzerine konuştuk. Kendisi muhalif geleneğe sahip ODTÜ üniversitesinde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde yüksek lisans yapıyor.
Darbe girişiminden beri ülke olağanüstü hal (OHAL) altında yönetiliyor. OHAL’in üniversitelere etkilerini anlatır mısın?
Darbe gecesi Erdoğan „bu bize Allah’ın bir lütfu“ diyerek aslında olacak olanların işaretini vermişti. Türkiye’yi az buçuk bilen herkes Erdoğan’ın kalıcı bir rejim tesis etmek istediğini ve tek adam olmak istediğini biliyor. Ancak önünde pek çok engel var. İşte o „lütuf“ dediği şey onun için toplumsal muhalefetin bu olağanüstü koşullarda „FETÖ“ ile mücadele kisvesi altında tasfiyesi olacaktı. Başta HDP ve Kürt ulusal hareketi aktivistleri ve sosyalistler olmak üzere 7 Haziran yenilgisinde payı olan herkesle hesaplaşılacak ve saray diktasını yani başkanlık rejimini kurmak için büyük bir adım atılmış olacaktı. OHAL kararı, AKP’ye verdiği büyük yasal yetkilerle bunu kolaylaştırdı.
Gazeteciler, yazarlar, milletvekilleri, HDP yöneticileri, aktivistler cezaevlerine atılıyor. OHAL’in verdiği bir nimet olan KHK’larla başta “Barış için Akademisyenler” bildirisine imza atan solcu akademisyenler ve sayıları on bine ulaşan Eğitim-Sen üyesi öğretmenler olmak üzere binlerce insan memurluktan atıldı. Yüzlerce sosyalist, marksist, muhalif akademisyen görevinden uzaklaştırıldı. Kürt ve sosyalist öğrencilere yönelik polis operasyonları arttı. Hemen hemen her sabah operasyonlar ile insanlar evlerinden alınıyor. Pek çoğu tutuklanıyor.
AKP, IŞİD’in varlığını kullanarak „güvenlik tehlikesi“ iddiasıyla öğrenci etkinliklerini, kampüslere giriş çıkışları tamamen yasaklamaya çalışıyor. ODTÜ’nün özgürlükçü geleneği dolayısıyla bu tür yaptırımların hakimiyet oluşturması pek mümkün değil ancak pek çok Anadolu üniversitesinde, taşrada ya da sert polis saldırısının olduğu ve karakola dönüştürülmüş İstanbul Üniversitesi, Marmara üniversitesi gibi yerlerde bu büyük oranda başarıldı. Boğaziçi ve ODTÜ dışında neredeyse hiçbir üniversitede bir yılı aşkın süredir özgür çalışma yapılamıyor.
Atılan akademisyen ve personellerin durumları nasıl? Sendikalar bu konuda nasıl bir çalışma yürütüyor?
İşinden atılan akademisyenlerin pek çoğu başı dik ve umutlu konuşmalarla üniversiteden ayrılıyor. Veda etkinlik ve eylemlerine çok sayıda insan katılıyor, moral aşılıyor. İlk atılan akademisyenler için Eğitim Sen biraz ağırdan da alsa harekete geçti. Dayanışma fonları ve üyelerden toplanan dayanışma bağışları sendika tarafından akademisyenlere maaş gibi bir ödeme imkanı sunuyor. Ancak işinden atılanların sayısı arttıkça bunu devam ettirmek ne derece mümkün olabilir bilemiyoruz.
Sendikalar şu an temel olarak hukuki destek veriyor. Dava açma, hak kayıplarının olmaması için gerekli başvurular gibi önemli sayılabilecek işlerin takibini yapıyor. Örneğin KESK üyesi dahi olmayan, cadı avına kurban gitmiş, hatta solcu bile olmayan insanlar KESK’in kapısını çalarak çare aramaya çalışıyor. Aslında bu durum cadı avı ile yıllarca kamu hizmetine emek vermiş ve herşeyini kaybetmiş bu insanların gidebilecekleri başka bir yerin olmadığını gösteriyor. Bu noktada sol, insanların aklına tek alternatif olarak geliyor.
Sendikalar bu süreçte aslında büyük bir hamle yapabilir, binlerce mağdur kamu emekçisinin sesi olabilir ve bu sayede AKP’yi sıkıştırabilirdi. Artık sıradanlaşan basın açıklamaları dışında bir şey yapılmıyor. KESK ve DİSK büyük oranda bürokratik kimi işlere gömülmüş durumda. Oysa pek çok insan için kaybedecek bir şey kalmadı. Korku ile öfke arasında bir denge var. Öfkeyi örgütlü eyleme dönüştürürsek korku geri çekilecektir. Ancak bu başarılamıyor. Sosyalistler somut emek gündemleri etrafında aktif kampanyalar yaparak bunu kanalize etmek gibi bir perspektife sahip değil. En basitinden KHK’lar geri çekilsin ve OHAL kaldırılsın talebi bile doğru düzgün hiçbir yerde dillendirilmiyor.
Her türlü hantallığa rağmen muhalefetin AKP’nin bu keyfiyeti karşısında bir yıpratıcı gücü de var. Özellikle cemaatle hiçbir bağlantısı olmayan solcu, alevi pek çok insanın işinden atıldığının ortaya çıkması AKP’ye geri adım attırdı. Tam 6 bin Eğitim Sen üyesi öğretmen görevine iade edildi.
Cumhurbaşkanının rektörleri doğrudan ataması ne anlama geliyor? Hükümetin üniversitelere bu kadar sert saldırmasının sebebi nedir?
KHK ile rektörlük seçimleri tamamen kaldırıldı. Aslında hukuk dışı, çünkü OHAL koşulları ile ilgili olmayan bir karar KHK ile alınamaz. Bundan sonra rektörler doğrudan „seçilen“ adaylar arasından atanacak. Fakat bundan önce rektörlük seçimlerinin varlığında da benzer bir durum vardı. En yüksek oy alan üç aday cumhurbaşkanının önüne gidiyordu. Kaç oy aldığına bakılmaksızın cumhurbaşkanlığı istediğini atayabiliyordu. „Milli irade“yi dilinden düşürmeyen iktidar zaten 1980 darbesinin bu berbat üniversite seçimi anlayışını sonuna kadar kullandı,onun nimetlerinden yararlandı. Şimdiki hedef üniversiteleri tamamen teslim almak.
Türkiye’de sosyalist hareket ve devrimci gelenek üniversitelerdeki varlığını her zaman korudu. En kötü zamanlarda dahi üniversitelerden ses çıktı. Önderliğini sosyalistler yaptı, bugün de öyle. Toplumsal muhalefetin sindirildiği, insanların işten atılma, FETÖ’cü ilan edilerek sorgusuz sualsiz hayatlarının mahvedilmesi, hapse atılma gibi fiili darbe koşulları altında yaşadığı bu günlerde, ODTÜ gibi devrimci geleneği çok güçlü üniversitelerde aydınların ve öğrenci gençliğin hareketi büyük anlam ifade ediyor ve umudu ayakta tutuyor. AKP, tarihsel bir fırsatla üniversiteleri tamamen teslim almaya çalışıyor ancak bu sandığı kadar kolay olmayacak.
Son haftalarda özellikle ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesi’nden eylem ve direniş haberleri geliyor. Protestolara ve inisiyatiflere katılım ne boyutta? İlerisi için direniş perspektifleri neler olabilir?
Darbe fırsatı ile Boğaziçi Üniversitesi’ne ataması çoktan yapılmış olması gereken ve rekor bir oyla seçilmiş olan Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu atanmadı. Tutuklanan barış akademisyenlerinin birinin de Boğaziçi Üniversitesinden olması ve kendisine üniversite tarafından sahip çıkılmış olması üniversiteyi hedef haline getirmişti.
Boğaziçi MFT’nin de en aktif bileşenlerinden biri olduğu bir direniş cephesi örgütlendi. Protestolar ve açık dersler başladı, etkinlikler ve forumlar düzenlendi. 10 gün aradan sonra seçimlerde aday bile olmayan ve AKP ile yakınlığı bilinen Mehmed Özkan rektör atandı. Atama duyulduğu andan itibaren üniversitede eylemlilikler artarak devam etti. Oturma eylemi olarak başlayan protestolar günlerce yürüyüş ve basın açıklamaları ile devam ettirildi. Kampüsler arası geçiş sırasında polis saldırısı yaşandı. Üniversitenin, akademisyenlerin, öğrencilerin ve toplumsal muhalefetin topyekun bu saldırıya karşı durması AKP’yi ciddi anlamda zorladı. ODTÜ MFT’nin Boğaziçi Üniversitesindeki direnişe destek amacıyla çektiği bir video ile ulusal basın bunu haberleştirdi.
AKP’nin “milli irade” söylemi altında herkesi baskılamaya çalıştığı bu günlerde bu muhalefet tonu AKP’nin iki yüzlülüğünü öylesine net bir şekilde ifade etti ki hiçbir yandaş gazeteci durumu doğru düzgün savunamadı. Ancak muhalif akademisyenlerin bu süreçte geri adım atmasıyla protestolar gerilemiş durumda. Kayyum Rektör aracılığıyla üniversitede var olan özgürlükçü ortam baskılanmaya çalışılacak. Dolayısıyla biz de aktif bir biçimde üniversiteyi savunmaya devam edeceğiz.
Son olarak üniversite grubu olarak çalışmalarınız neler? OHAL baskısından çalışmalarınız nasıl etkileniyor?
Marksist Fikir Toplulukları Federasyonu (MFTF), ülkedeki pek çok Marksist Fikir Topluluğu’nun bileşiminden oluşuyor. ODTÜ, Boğaziçi Üni., Karadeniz Teknik Üni., Akdeniz Üni. gibi pek çok önemli ünversitede varlık gösteriyoruz. Bu üniversitelerin tamamı farklı iklim ve özgürlük ortamına sahip. Bulunduğumuz her alanda baskıyı aşmaya, koşulları zorlamaya ve mümkün olan en geniş çevreye ulaşmaya çalışıyoruz. Her alan farklı araçlara ihtiyaç duyuyor, bu araçları geliştirerek insanları devrimci marksist fikirlere kazanmaya çalışıyor ve yeni bir Bolşevik kuşağı yaratmaya çalışıyoruz.
Yine MFT olarak kurduğumuz Commune de Cinema adındaki sinema topluluğumuzla farklı bir kitleyle iletişime geçmeye çalışıyoruz. Stalinizmin çok güçlü olduğu Türkiye’de ideolojik mücadele ile enerjik ve aktivist bir duruşu aynı anda var etmek zorundayız. Bu nedenle üniversitede tüm bileşenlerin, diğer sol örgütlerin birlikte iş yapması için de devamlı olarak özel bir çaba harcıyoruz. Akademik talepler için forumlar örgütlemek ve bunun mücadelesini vermek de ayrı bir öneme sahip. Ancak kampüse tıkılmak devrimci bir kuşak yaratmak adına asla yeterli olamaz. Tüm çalışmalarımızı üniversitelerden mahalle ve sanayi bölgelerine giderek MFT’nin sınıf mücadelesinin göbeğinde yer alması gibi temel bir hedefle gerçekleştiriyoruz.
OHAL döneminde çalışmalarımız pek çok üniversitede baskı ile engellenmeye çalışılıyor. Özel güvenlik saldırıları, polis baskısı, gözaltı gibi bu ülke adına olağan şeyler en sert üniversitelerde yaşanıyor. Ancak yine de bu sınırların etrafından dolaşarak yeni yaratıcı işlerle her koşulda çalışmalarımıza devam ediyoruz, edeceğiz. Baskı mücadelemize olgunluk ve deneyim katıyor. Biz böyle görüyoruz, çünkü esas ve belirleyici olan sınıf mücadelesidir. Öğrenci gençlik umut verebilir, heyecan yaratabilir ancak değiştirici gücü bir protesto hareketinin ötesine geçemez. Bu nedenle üniversitelerde büyümek, kampüslerden taşmak ve sınıf mücadelesi için emek harcamak bu gidişatı değiştirmek adına en tutarlı yol.