FT Konferansı: Reformizm, merkezcilik ve devrim

24.08.2016, Lesezeit 10 Min.
1

Bu makale, Troçkist Fraksiyon - Dördüncü Enternasyonal'in Buenos Aires'de gerçekleşen X. Konferansında yürütülen tartışmaların bir ürünüdür. Emilio Albamonte aşağıdaki makalesinde, bugünkü reformizmin özelliklerine dair yürütülen tartışmadan hareketle tespitlerde bulunuyor. “Yeni reformizm” ve emek reformizmi arasındaki farkları, günümüzde devrimci parti inşa stratejilerini, ve FT’yi meydana getiren grupların inşasında uluslararası internet sitesi ağı La Izquierda Diario’nun rolünü tartışıyor.

Dördüncü Enternasyonal – Troçkist Fraksiyon’un (FT) 10. Konferansı 10 – 17 Ağustos tarihlerinde Buenos Aires’te gerçekleşti. Konferansa katılan gruplar arasında Almanya’dan RIO’nun yanı sıra Arjantin’den Sosyalist İşçi Partisi (PTS), Brezilya’dan Devrimci İşçi Hareketi (MRT), Fransa’daki NPA bünyesinde faaliyet gösteren Devrimci Komünist Akım (CCR), Şili’nin Devrimci İşçi Partisi (PTR), Meksika’daki Sosyalist İşçi Hareketi (MTR), İspanyol devletindeki Sınıfa Karşı Sınıf (CcC), Bolivya’dan Devrimci İşçi Birliği (LOR-CI), Venezuela’dan Sosyalizm için İşçi Birliği (LTS) ve Uruguay FT grubu bulunuyordu.

Konferansın oturumlarında, uluslararası ekonomik durumun çeşitli boyutları, ABD ve İngiltere gibi merkez ülkelerdeki yeni politik gelişmeler, Fransa’daki sınıf mücadelesi, Brezilya’daki kurumsal darbenin ardından yaşanan süreç ve Arjantin’de neoliberal sağın iktidara dönmesinden bu yana yaşananlar gibi çeşitli konular tartışıldı. Bu dinamik uluslararası politik tablo karşısında, gerek oportünist gerek sekter eğilimleri nedeniyle devrimci bir strateji geliştirmekte aciz kalan çeşitli sol akımlar, ayrıca devrimcileri bekleyen zorluklar ve fırsatlar da etraflıca ele alınan konular arasındaydı.

Emek reformizmi ve küçük burjuva reformizmi

Küresel krizin ardından, merkez ülkelerde reformist örgütlerin yükselişine tanık olduk. Syriza ve Podemos gibi bu “yeni reformist” partiler ile, 20. yüzyılda özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında önemli bir etki yaratan Alman Sosyal Demokrat Partisi veya İtalyan Komünist Partisi gibi klasik reformist partiler arasında ciddi farklar var.

Yeni reformizmin başlıca özelliği, işçi sınıfının temel kesimlerinde tabanının olmaması. Bu küçük burjuva reformizminin asli toplumsal tabanı, örneğin İspanyol devletindeki Podemos’ta gördüğümüz gibi üniversiteli gençler, (kapitalist standartlara göre) “ileri düzeyde eğitimli” kesimler, eksik istihdam koşullarında çalışanlar, ve güvencesiz gençlerden oluşuyor.

Geleneksel reformist kitle partileri ise bugün neoliberal taaruzun öncüleri haline gelerek, geleneksel işçi tabanlarıyla bağlarını koparıyor. Günümüzde, diyelim İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalyan Komünist Partisi gibi bir parti görmüyoruz: Söz konusu parti sonradan ABD Demokratlarının politik programını benimseyerek Demokratik Parti adını aldı. Klasik reformist partilere benzer biçimde ortaya çıkan son oluşum diyebileceğimiz Brezilya İşçi Partisi, 1980’lerde CUT konfederasyonuna bağlı sendikalardan doğmuştu.

Dolayısıyla günümüzde emek reformizminin aslen sendikalar içinde bulunduğunu söylemek mümkün. Bu, elbette bütün sendikaların reformist olduğu anlamına gelmiyor.

Örneğin Fransa’da çalışma yasası reformuna karşı yürütülen mücadelede sendikaların nasıl hareket ettiğini gördük. Bir yandan, CFDT konfederasyonunun lideri Laurent Berger sarı sendikacı bir çizgi sergiledi ve bulduğu ilk fırsatta mücadeleyi sonlandırma çağrısı yaptı.

Öte yandan, yukarıda bahsettiğimiz günümüz emek reformizmi, Phillip Martinez yönetimindeki CGT konfederasyonunda ifadesini buldu. Harekete yönelik tam bir “yıpratma stratejisi” izleyen CGT, Hollande’ın çalışma yasası reformuna karşı ülke çapında yüz binlerce kişinin katıldığı eylemler, grevler ve fiili direnişlerde ortaya çıkan müthiş gücü zaman içinde seyreltti.

Gelgelelim, Fransa’daki Devrimci Komünist Akım’dan (CCR) yoldaşlarımızın Konferans’ta belirttiği gibi, söz konusu sendikal bürokrasi, Mayıs 1968’de devrimci bir yükselişin önünü kesmeyi başaran ve tepeden tırnağa Fransız Komünist Partisi kontrolünde olan CGT bürokrasisine nazaran çok daha güçsüz. Bunun bir örneği, Martinez’in Nuit Debout eylemlerini gerçekleştiren gençlerle görüşmek zorunda kalması oldu: Oysa ki 1968’in CGT’si, radikalleşen öğrenciler ile sendikalı işçilerin mücadelesi arasında adeta duvar örmüştü.

Elbette, farklı ülkelerin sendikaları da aynen işçi sınıfları gibi büyük çeşitlilik arz ediyor. Bir yandan “Doğu”da, örneğin Çin’de, Çin Komünist Partisi tarafından birer devlet dairesine dönüştürülmüş sendikalar görüyoruz; öte yandan “Batı”daki neoliberal taarruz sendikaların devlet kontrolüne girmesi sürecinde ciddi bir sıçramayı beraberinde getiriyor. Buna paralel, son on yıllarda işçi sınıfının dünya çapında olağanüstü bir biçimde genişlediğini ve çok yoğun bir parçalanma yaşadığını görüyoruz: kadrolu ve sözleşmeli, formel ve informel, yerli ve göçmen işçiler gibi bölünmeler artıyor.

Bu çerçevede, sendikaların devletten bağımsızlığı, işçi sınıfı saflarında birliğin sağlanması, sendika içi demokrasi, Birleşik İşçi Cephesi (“ayrı yürüyüp beraber vurmak”) taktikleri, reformist bürokrasiye yöneltilecek talepler gibi meseleler devrimcilerin günümüzdeki müdahalesi açısından kilit önemde.

Leninizm ve “merkezcilik”: parti inşasında iki strateji

FT Konferansı boyunca etraflıca ele alınan bir diğer kritik mesele de devrimci partilerin inşası stratejisi oldu.

20. yüzyılın başlarından bu yana, işçi hareketi bünyesinde iki farklı parti inşa stratejisi gündemde olmuştur. Bunlardan biri olan “kitle” partisi, genelde tabandaki üyelerin pasif olduğu bir seçim aygıtının oluşturulmasını esas alır ve reformist bir program çerçevesinde sendikaları “yönetmek” ön plandadır. Bu, yukarıda bahsettiğimiz “klasik” emek reformizmine denk düşen parti formudur.

Diğer parti formu ise ilk olarak Lenin tarafından formüle edilen “kitleler içinde etkiye sahip öncü parti”dir: Sınıf savaşımı içinde yer alan bu mücadeleci parti, sınıfın öncüsünü devrimci bir program etrafında biraraya getirir ve oradan hareketle kitleler içinde etki yaratmak için işçi sınıfı, kadın hareketi, öğrenci hareketi, entelektüeller… içinde devrimci akımlar inşa eder.

Günümüzdeki parti inşası stratejisi tartışması, işte bu iki akım arasında yaşanıyor: Büyük reformist işçi partilerinin yükselişi söz konusu olduğu için değil, solun antikapitalist olma iddiasındaki bir kesimi bu stratejiyi minyatür ölçekte gerçekleştirmeye yeltendiği için.

Örneğin Brezilya’da bir tarafta PSTU’nun sendikalizme sığınarak küçük ve alternatif bir işçi konfederasyonu (Conlutas) kurmakla yetindiğini görüyoruz, öte tarafta ise PSOL tamamen seçimlere odaklı bir çizgi izliyor ve partiyi oluşturan MES gibi bileşenler Marina Silva gibi figürlerle ittifaka gidiyor (yeni bir neoliberalizm çizgisi savunan ve Banco Itaú bankasının da desteğini alan bir siyasetçi). Sol içindeki bu tuhaf “işbölümü”nde yer alan hiç kimsenin, kitle hareketini zaman içinde devrimci bir yönde etkileyecek bütünlüklü bir stratejiye sahip olmadığını görüyoruz.

FT’yi oluşturan örgütler olarak bizlerse, farklı farklı düzeylerde de olsa, Leninist kavramları temel alan bambaşka bir pratiği örmeye gayret ediyoruz. Örneğin Arjantin’deki PTS olarak La Izquierda Diario, parti temsilcilerimiz ve parlamento üyelerimiz kanalıyla en ileri kesimlere ulaşmaya gayret ediyoruz. Buna paralel, işçi, öğrenci, kadın hareketleri ve entelektüeller içinde devrimci akımlar inşa ediyoruz.

Bu stratejimiz bizi PO’dan (İşçi Partisi) ayırıyor. Zira PO’nun işçi ve sendika hareketinde -ha keza öğrenci hareketinde de- izlediği politika, tabanda militan örgütler inşa etmeksizin yukarıda ittifaklar kurmaya dayalı. Böylece PO, Birleşik İşçi Cephesi’ni ufkundan çıkarıyor ve sendikal bürokrasiye talepler yöneltmekten geri duruyor; bunun yerine, kendisinin yöneteceği alternatif bir “konfederasyon” fikrini farklı farklı isimler altında ileri sürüyor.

Bunun aksine PTS’nin çizgisinde, sermayeye karşı savunma temelli bir Birleşik İşçi Cephesi’nin gelişimi büyük önem taşıyor. Zira yükseliş dönemlerinde, bu tür bir İşçi Cephesi’nin içinden Sovyet tipi örgütlenmelerin çıkması, İşçi Cephesi’nin savunmadan atağa geçerek anti-burjuva, anti-kapitalist ve devrimci bir işçi hükümetini kurması mümkün.

Leninizm 2.0

Beş dilde yayın yapan 11 internet sitesinden oluşan uluslararası ağımızın gelişimi, bir uluslararası akım olarak FT’nin yapısında önemli değişimleri de beraberinde getirdi.

FT içindeki en gelişkin örgüt olan PTS örneğini alırsak, parlamento üyeleri, medyadaki müdahalelerimiz ve FIT (Solun ve Emekçilerin Cephesi) seçim kampanyaları üzerinden oluşturduğumuz kitle ajitasyonu imkanlarımızı, La Izquierda Diario sayesinde daha da geliştirdik. Nitekim PTS’nin son kongresinde La Izquierda Diario sitesini bir “kolektif örgütleyici”ye dönüştürme meselesini ele aldık: Mücadele pratiğimizde bir devrim niteliği taşıyan bu adım, yukarıda bahsettiğimiz gibi sendikalar, öğrenci hareketi, kadın hareketi bünyesinde devrimci akımların inşasıyla el ele ilerliyor. Amacımız, Lenin’in kitleler içinde etkiye sahip öncü partinin inşasında gazetenin rolüne dair vurgusunu, 21. yüzyılın şartları ve imkanları çerçevesinde tekrar ele almak.

FT bünyesindeki gruplar farklı gerçekliklere sahip ve farklı gelişim aşamalarında bulunuyor. Örgütlerimizin yüzlerce militandan oluştuğu Brezilya, Şili, Meksika ve Fransa’daki internet sitelerimizin gelişimi, bazı açılardan PTS için sitenin sahip olduğu önemden de büyük bir öneme sahip. Zira bu ülkelerdeki siteler, örgütlerimizin politik görünürlüğünü ciddi bir biçimde artırdı. Diğer ülkelerdeki FT grupları için de aynı durum farklı farklı derecelerde geçerli.

Örneğin Fransa’daki Révolution Permanente (Sürekli Devrim) internet sitesi, çalışma yasası reformuna karşı mücadele için sokaklara dökülen gençlik ve işçilerin sesi oldu ve sol entelektüeller arasında ciddi bilinirlik kazandı. İnternet sitesi, New Left Review tarafından da yeni alternatif medya oluşumlarından biri olarak gösterildi.

Brezilya örneğinde Esquerda Diário, kurumsal darbeye karşı, fakat PT’den bağımsız bir politik duruşun sözcüsü haline geldi. Brezilya’da yaşanan derin krizde PSOL ve PSTU gibi geleneksel sol partiler ya darbeci kampa ya Lulacı çizgiye meylederken, Esquerda Diário’nun bir tür “üçüncü cephe”yi temsil eder haline geldiğini söylemek mümkün.

Çeşitli ülkelerde farklı farklı düzeylerde olmak üzere, siteler kanalıyla gerek sınıf mücadelesi süreçlerinde gerek belirli sektörlerde bu tür bir etkinin yaratıldığı örnekler söz konusu. Bu durum, gruplarımızın gelişimini salt propagandacı bir yönelimin ötesine taşıyor. Ancak genele bakıldığında hâlâ, kitle hareketine kapsamlı bir biçimde hitap edecek kadroların birikimi aşamasının ön planda olduğu söylenebilir.

Bu nedenle, aramıza katılan yeni yoldaşların devrimci Marksistlere yani proletaryanın devrimci siyasetçilerine dönüşmesi noktasında, propaganda faaliyeti ve kadroların eğitimi temel öneme sahip.

Mehr zum Thema