Enternasyonalist ve sınıf mücadeleci bir plan için: İşçilerin ve kitlelerin Avrupası
Sermayenin Avrupasının (AB) içerisinde bulunduğu krizden dolayı B Planı çıkmazda. Troçkist Fraksiyon – Dördüncü Enternasyonal'in Avrupa seksiyonlarından olan Clase contra Clase (Sınıfa Karşı Sınıf, İspanya), RIO (Devrimci Enternasyonalist Örgüt, Almanya) ve NPA'dan Courant Communiste Révolutionnaire (Devrimci Komünist Akım) içinde çalışma yapan yoldaşlar tarafından yayınlanan bildiri.
Son aylarda sermayenin Avrupası en gerici yüzünü gösterdi. Gerek “mülteci krizi“ dolayısıyla yabancı düşmanlığı ve baskılar içeren yaptırımlar gerekse Çipras hükümetinin uygulamaları ile Trokya’nın Yunan halkına karşı ağır zoraki yaptırımları ile. Kapitalistlerin Avrupasının milyonlarca işçi, genç, kadın ve göçmen için ilerici bir çözüm üretemediği apaçık ortadadır.
Göçmenlere ve mültecilere karşı yabancı düşmanlığının artışı ve gerici ulus devlet sınırlarının güçlendirilmesi, işçi sınıfına (gerek yerli gerekse yabancı) karşı yeni saldırıların hazırlandığı anlamına geliyor. Bu bağlamda “Avrupa rüyasının“ fiyaskosundan dolayı sağdan ve soldan egemenlikçi yeni öneriler geliyor. Bunlar çeşitli yollardan gerici ütopya olan “ulusal kurtuluşu“ yeniden kurmanın arzusundalar.
Bu, Avrupa Birliği’nin içindeki gerilimlerin ifadesidir. Almanya, birliğe bağlı diğer devletleri kendisine bağımlı kılarak ve Yunanistan gibi çevre ülkelerin yarı-sömürgeleştirilme sürecini ileriye taşıyarak Avrupa’daki hegemonyasını muhafaza etmek için uğraşıyor. Lakin Euro’nun ortak para birimi olarak çöküşünün eğilimleri halen ortadan kaybolmamıştır. Dünya çapında hakim krizin faturasının kime kesileceği ve Doğu Avrupa ile Rusya’ya karşı hangi siyasetin izleneceği konusundaki Almanya’nın ABD ile öyle ya da böyle örtülü çatışmaları AB içindeki gerilimleri arttırıyor. Bu çelişkiler sürekli olarak yeni krize batan Avrupa emperyalist projesinin sınırlarını gösteriyor.
Bu bağlamda enternasyonalist ve sınıf mücadeleci perspektife doğan ihtiyaç daha da artmaktadır. Bu perspektif, işçilere ve kitlelere kapitalist krize, sermayenin sebep olduğu milliyetçi yabancı düşmanlığına ve sosyal ve çevresel afetlere karşı gerçek bir alternatif sunmalıdır.
Yabancı düşmanlığı ve milliyetçi eğilimler “mülteci krizi“ sebebiyle artmaktadır
Balkanlar ve Akdeniz üzerinden yüzbinlerce erkek, kadın ve çocuğun çaresizce geçişi kapitalist kriz ve barbarlığın bir sonucudur. Bizler güncel olarak İkinci Dünya Savaşından itibaren Avrupa’daki en derin “mülteci krizini“ yaşıyoruz.
2015 yılında 700 bin mülteci ve göçmen Akdeniz üzerinden Avrupa’ya geldi. Resmi verilere göre en azından 3.200 kişi bu yolda hayatını kaybetmiş veya kaybolmuştur. Tabii ki gerçek rakamlar bunun çok daha üzerindedir. Mültecilerin çaresiz durumu kışın gelmesi ile beraber daha da keskinleşiyor. Mülteciler güvencesiz şartlarda kamplarda yatıp, kötü hava koşulları altında binlerce kilometre yürüyorlar.
Çeşitli Avrupa emperyalistleri ve ABD sistematik ekonomik yağlama siyasetiyle ve askeri müdahaleleri ile Orta Doğu ve Afrika’daki koşullar sebebiyle esas sorumlular konumdadır. Avrupa’nın güneyinde son yıllardaki en geniş çaplı askeri tatbikatları uygulayan NATO’nun bu yıkımdaki rolü bir başka kanıttır.
Yaşanan bu kriz dolayısıyla AB’nin emperyalist hükümetlerinin cevabı mültecileri “dağıtma planı“. Bu arada kendileri gerici ulus devlet sınırlarını daha da sağlamlaştırıyorlar. Hali hazırda Almanya’da, Hollanda’da, Avusturya’da, Slovakya’da, Sırbistan’da ve Macaristan’da sınır kontrollerinde artış bulunuyor. Burada Viktor Orban’ın hükümeti tel örgüleri inşaa etti. Almanya, Büyük Britanya, Danimarka ve diğer ülkeler sınır dışıları hızlandırmak için ve mültecilerin haklarını kısıtlamak için mülteci yasalarını sıkılaştırdılar. Bu arada “mülteci krizi“ Balkanlarda hiç aşılmamış düşmanlığı yeniden canlandırdı.
“Avrupa dayanışması“ adı altında yürütülen ikiyüzlü söylev, mültecilerin ve göçmenlerin akımına karşı gerici bir ideoloji olan ulusal sınırların güçlendirilmesinin üstünü örtüyor. Örneğin AB’nin sınır devletlerinde inşaa edilen asıl toplama kampları olan “hots spots‘. Burada amaçlanan mültecilerin kökenine ve özellerine göre dağıtımını rasyonalize etmektir. Böylelikle mülteciler yapay bir hamle ile göç hakkı bulunmayan “ekonomik şartlardan dolayı göç eden mültecilerden“ ayrılıyor. Ayrıca “kota“ olarak tanınanlar ise, ucuz içi olarak kullanılacaklar.
Yabancı düşmanlığının tırmanışı aşırı sağcı birimler tarafından da kullanılıyor. Polonya’da seçimleri kazanan “Hak ve Adalet“ partisi veya Almanya’da koalisyon hükümeti içerisinde ya da dışında bulunan muhafazakar sektörler güncel örneklerden bir kaçı. Almanya’da mülteci kamplarına ırkçılar tarafından düzenlenen saldırılarda aşırı bir artış var. Irkçı Pegida hareketi kitlesel olarak seferberlikler düzenliyor. Fransa’da Front National (Ulusal Cephe) yükselişte ve UMPS’nin* giderek belirginleşen gerici dönüşümü bir başka örnektir.
Avrupa Birliği Erdoğan’ın hükümetini mültecilerin Avrupa’ya gelişini engellemek ve mülteci dalgasını durdurmak için “en iyi müttefik“ olarak seçti. Bu amaçla AB Erdoğan’ın katil rejimine 3 milyar Euroluk finansal destek sözünü verdi. Bu iktidarı elinde tutabilmek için en karanlık yöntemleri uygulamaktan çekinmeyen, Ankara ve Suruç katliamlarında doğrudan sorumluluğu bulunan, Kürt halkına karşı savaş kampanyası yürüten ve muhalif örgütlere, basına ve solculara karşı baskılar uygulayan bir rejimdir.
AB’nin Orta Doğu’da başka bir önemi müttefiki ise aktüel olarak Filistin halkına yeni bir baskı dalgası başlatan terörist devlet İsrail’dir. Sözde “Bıçak intifadası“ dolayısıyla vur ve öldür emri hakim. “Oslo jenerasyonununun“ gençliği işgale karşı mücadele ederken, Avrupa çapında Filistin halkı ile dayanışma hareketini güçlendirmek gereklidir.
Bu senaryodan ötürü sınıf bilinçli bir enternasyonalizmi yeniden oluşturmak acil görevdir. Bu enternasyonalizm, yerli veya göçmen farketmeksizin işçi sınıfının krizin yükünü sırtlamaması için program sunmalıdır. Bu program ayrıca emperyalizm tarafından ezilen kitleleri de desteklemelidir. Bizler kendi araçları ile müdahale eden, maddi ve siyasi dayanışma ile mültecileri, ezilen halkları ve kağıtlı veya kağıtsız farketmeksizin işçi sınıfını destekleyen bir siyasi alternatif inşaa etmeliyiz.
Yunanistan ve reformizmin iflası
Syriza’nin Troyka karşısındaki kapitülasyonu, Avrupa reformizminin kapitalist krizin sekizinci senesinde iflasının sinyallerini verdi. “Sol“ veya “Anti kemer sıkmacı“ hükümetlerin stratejisi Syriza ve yabancı düşmanı, milliyetçi Anel arasında kurulan sınıf uzlaşmacı bir hükümete sebep oldu. Bu hükümet kısa bir süre içerisinde Troyka’nın bütün taleplerine boyun eğdi. Önceki PASOK veya Nea Dimokratia hükümetlerine karşı düzenlenen sayısız genel grevlerde ifade bulan işçi sınıfının ve kitlelerin öfkesini kanalizasyon ve pasifleştirme siyaseti, Yunan kitlelerinin alacaklılara karşı mücadele etmeden siyasi mağlubiyetine sebep oldu.
Podemos’dan Pablo Iglesias ve Izquierda Unida veya Bloco ve Portekiz Komünist Partisi Syriza’nın yolunu takip ediyorlar. Bu tavır Almanya’daki Sol Parti veya Fransız Komünist Partisi gibi diğer reformist akımlar tarafından destekleniyor.
Avrupa reformizminin iflası bütün Avrupa’daki işçiler ve gençler için temel ders niteliğindendir. Avrupa ortaklarının kemer sıkma politikasını baskılar ile hafifletmeyi amaçlayan düşünce başarısızlıkla sonuçlandı. Sermayenin Avrupa’sını sorgulamadan, “sosyal Avrupa“ yaratmayı amaçlayan düşünce, Troyka’nın baskılarına boyun eğdi. Bununla beraber kuramsal gradualizm (aşamacılık) stratejisi de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bunun sonucunda Syriza’nın seçim yükselişi içinde bulunduğu yıllarda işçilerin ve kitlelerin seferberliği siyasi olarak silahsızlandırıldı.
Sol egemencilik ve onun B Planı yeni tuzaktır
Syriza’dan ayrılarak kurulan “Halk birliği“ (Laiki Enotita, LAE) kendi hatalarından ders çıkarmak yerine, Çipras’ın kapitülasyonuna karşılık alternatif olarak “Anti-Euro“ reformizmini öneriyor.
Bu yeni siyası formasyon, kriz döneminde güçsüz olduğunu ve kitle hareketinin önemli alanlarında ağırlığa sahip olmadığını gösterdi. Çünkü onun stratejisi reformist programa dayanan parlamenter solun inşaasına dayanıyor. LAE son tahlilde Yunan ekonomisini “sağlıklı“ temelde yeniden inşaa eden, yani ulusal kapitalizmin projesini radikal bir retorik ile birleştiriyor. Bu “ulusal kapitalizm“ daha az yolsuzluğa bulaşan ve daha az savurgan fakat sosyal olarak tanımlanıyor.
“Euro’dan düzenli bir çıkışa“, (ki bu alacaklıklar ile pazarlıklı çıkış anlamına geliyor), Drahmi’ye dönüş ve ekonominin rekabete mahir olmasını sağlayan programın temeli para birimimin devaülasyonuna ve maaşların alım gücünün kaybına dayanıyor. Bu şu anlama geliyor: Kemer sıkma çizgisinden kendini uzaklaştıran ama dolaylı yoldan kesintiler ile daha az ikiyüzlü olmayan bir program. Biz işçiler bu iki aygıt arasında seçim yapmayız. Sömürücüler bu yolla işçileri ezmenin hazırlığını yapıyorlar.
LAE’nin bakanlık koltukları ile hükümetin bir parçası olduğu dönem hakkında tek bir özeleştirisel tutumu olmayışı ve Çipras onlara başka seçenek bırakmadığı için partiden ayrılmaları, kendisini Syriza’nın karşısında inandırıcı bir alternatif olarak tanıtmasına izin vermiyor. LAE, falekete yol açmasına rağmen halen sınıf uzlaşmacı stratejisini yürütüyor.
Uluslararası temelde bu farmasyon Fransa’dan Jean-Luc Mélenchon, İtalya’dan Stefano Fassina, Almanya’dan Oskar Lafontaine ve Yunanistan’dan Jannis Varoufakis ile birlikte Eylül ayı başında “Avrupa için B Planını“ tanıttılar. Bu politikacıların bir diğer ortak noktası, hepsinin zamanında kapitalist devletin bakanlıklarında yer almaları. Paris’te 14 ve 15 Kasım’da bu politikacıların ilk zirvesi gerçekleşti. Onlara göre B Planı ulusal sınırlar içerisinde izole olmuş bir vizyon değil, bilakis Avrupa halkları için enternasyonalist bir plan. Fakat gerçek hedefleri projenin ne kadar sınırlı ve yanılsayıcı olduğunu gösteriyor. Bu planın sahiplenicileri şimdilerde Euro’dan çıkış düşüncesi hakkında uzlaşma sağlanamadığı için “bir çok B planından“ bahsediyorlar. Bunlardan birkaçının belirttiği gibi: “Bütün senaryolar tartışma dahilinde. Euro’dan çıkış veya diğerleri. Öncelikle tartışmanın esas konusu, Euro bölgesinde nasıl değişiklikler yapabileceğimizdir.“
Son tahlilde Plan B’nin retoriğinin ardında Plan A’nın eski yüzünü görüyoruz. Bu insanlar Troyka’nın edebi sözler ile değiştirilebileceğine inanıyorlar‘! Bu planın sahiplenicileri kendi çaplarında en sola kaydığında ise, Avrupa’nın Sao Paoulo Forumunu öneriyorlar. Bu forum Jean-Luc Mélenchon’un belirttiği üzere “Latin Amerika’da 11 ilerici hükümeti iktidara taşıdı“. Halbuki bu hükümetler 90ların sonu, 2000lerin başında Latin Amerika’da gerçekleşen kitlesel ayaklanmaları pasifize etmekten sorumlular. Örneğin Caracazo, Arjantin’deki “hepsi defolsun gitsin“ ya da Bolivya-El Alto’da gerçekleşen yarım ayaklanma gibi. Bunlar kapitalist devletin otoritesini yeniden inşaa ettiler. Bunlar bütün ülkelerde muhafazakar kemer sıkma yöntemlerinin güçlendirilmesini sağladılar. Hatta kısmen Brezilya ve Venezüela’da olduğu gibi, bu kesintileri kendileri uyguladılar. B Planı net bir çıkmazdır.
Sınıf bilinçli bir enternasyonalizm yaratmak
Ne pro-Avrupa reformizmi, ne çeşitli B planları ne de “Anti-Euro“ Reformizmi milyonlarca işçinin, kadınların ve gençlerin alternatifi olabilir. Başka bir plan öneren bir enternasyonalist, sınıf mücadeleci, antikapitalist ve devrimci alan yaratmak gerekiyor: Enternasyonalizm Planı!
Kesintilere karşı mücadele etmenin ve işçilerin krizin faturasını ödeme zorunluluğundan kurtulmasının tek yolu böyle bir planın yaratılmasından geçer. Bu plan Avrupa çapında tedbirler içermelidir: Bankaların işçi denetimi altında kamulaştırılması, sanayide, ticarette ve ulaşımda büyük kapitalist gruplarının mal varlığına el konulması, dış borçların ödenmemesi, mevcut işin paylaştırılması, mülteciler, göçmenler için tam siyasi ve sosyal haklar, kadınların ve LGBT* hareketinin hakları ve işçi sınıfının birliğinin savunulması. Kapitalistlerin ve bankacıların kazançlarını sorgulayan bir program.
İşçilere ve halklara sadece sefalet ve sosyal trajideler vaad eden sermayenin Avrupasına karşı bizler Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri perspektifinde işçi hükümetleri için mücadele ediyoruz.
Bizler, Fransa’da bulunan NPA ve LO’ya, Yunanistan’daki Antarsya’ya, Büyük Britanya’dan SWP ve diğer sol radikal örgütlere ve kendisini antikapitalist olarak gören kıtanın bütün akımlarına böyle bir alternatifin tartışılması ve örgütlenmesi çağrısını yapıyoruz. Bu çağrıyı ayrıca sermayenin Avrupası veya ulusal sınırlara geri dönüş arasında seçim yapmayı reddeden sendikal akımlara veya eğilimlere de yöneltiyoruz.
Bizler birlikte gerek sermayenin Avrupasına, gerek ulusal sınırlara gerekse B planının çıkmazına karşı enternasyonalist bir plan için harekete koyulabiliriz. Avrupa reformizminin, sol egemenlikçi akımların ya da daha fenası yabancı düşmanı aşırı sağcıların işçileri etkilemesine engel olmak için böyle bir plan gereklidir. Bizler, antikapitalist ve devrimci solun ve sınıf mücadeleci ve anti-bürokratik sendikal akımların krizin başlangıcından itibaren mücadele eden ve sermayenin yıkıcı mantığına bir son vermek isteyen gençliğe ve işçilere güvenilir bir alternatif yaratması hedefinde büyük bir meydan okumanın eşiğindeyiz.