Direniş ve Dayanışma – Sizin mücadeleniz bizim mücadelemizdir!
31 Mayıs'tan beri milyonlar Türkiye'nin çeşitli şehirlerinin sokaklarında mücadele ediyorlar. Başlangıcında sembolik Taksim Meydan'ının yanı başında bulunan Gezi Parkı'nın yıkımını protesto etmek için toplanan küçük bir grup aktivistin protestosu, polislerle şiddetli çatışmaya giren kitlesel bir harekete dönüştü. Bu hareket ne anlama gelmektedir, hangi yöne ilerleyebilir ve ilerlemelidir?
Yavaş yavaş gelen İslamlaşma?
Parkın yıkılmasını da barındıran, Erdoğan liderliğindeki AKP hükümetinin baskıcı ve muhafazakar atmosferi yaratan projeler gelişen protestoların somut nedenleri arasında yer almaktadır. Türkiye’deki gençlerin ve seküler güçlerin belirttiği üzere muhafazakar Adalet ve Kalkınma Partisinin amacı Osmanlı İmparatorluğu’nun bir çok özelliğini barındıran islami bir toplum yaratmak. Bundan dolayı hükümet alkol tüketimini sınırlandırmak ve Erdoğan’ın „top yemi“ anlayışına göre her ailenin en azından 3 çocuk yapması için kürtaj hakkını şiddeti bir şekilde kısıtlamayı hedefliyor.
Açık bir hakaret
Erdoğan her hangi bir yere, her hangi bir şey inşaa etmeyi amaçlamıyor. Planlanan sadece tarihi Topçu Kışlası’nın yeniden inşaası ve AVM kurulması değil, yanı başında onlarca yıldır gösteriye kapalı olan ama işçi hareketinin önemli ve sembolik Taksim Meydanı da bulunmaktadır. Aynı zamanda Erdoğan yaptığı açıklamada Türk devletinin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’e ithaf olan Kültür Merkezinin yıkılacağını ve yerine camii inşaa edileceğini belirtti. Bundan dolayı inşaa projesi hem sola hem de onlarca yıldır devletin düzenini koruyan kemalizmin seküler hareketine karşı propaganda projesidir.
„Sahne arkasında“ neler oluyor?
Kemalizm ve ona bağlı Cumhuriyet Halk Partisi Atatürk’ün kurduğu modern Türk devletine dayanmaktadır. Onlarca yıl boyunca Türkiye’de güçlü bir devlet aygıtı ve ona bağlı ekonomik elit egemen konumdaydı. Lakin son on yılda batı kıyısının dışında, devlet aygıtı ile güçlü bir şekilde iç içe olmayan ve kendini egemen politik rejimde temsil edilmeyen olarak gören bir burjuvazi oluştu. Bu burjuvazi kendi muhafazakar dinselliğin ifadesini politik olarak arıyordu, son olarak 2003 yılında Demokratik Sol Parti’sinden hükümeti devralan AKP hükümetinde konumlandı. Şu sıralar CHP protestolarda Erdoğan’a ve AKP’ye karşı kendini ifade eden sesleri kullanma çabasında. Aynı egemen sistem temelinde hükümet değişikliliğine hazırlanmak amacıyla bu sesleri meclise kanalize etmeye çabalıyor.
Bağımsız İşçi Sınıfı için!
Biz egemen sınıfın iki farklı kanadının çatışmasını görmekteyiz. Kemalizm her ne kadar protestolara destek olarak AKP karşısına kendisini alternatif olarak sunsa da, CHP hükümete geçtiği andan itibaren eski baskıcı metotlarını sürdürecek ve egemenler için siyasi hamleler geliştirecektir. Hali hazırda CHP’li İzmir Büyükşehir Belediyesi 5 Haziran’da greve giden işçilere karşı dava açmış durumda. Ne „politik kariyerinin“ başında kemalizme karşı demokratik alternatif olarak kendini sunmuş AKP, ne de şimdi islami muhafazakarlığın karşısına demokratik alternatif olarak kendisini sunan CHP işçi sınıfının, gençliğin, kadınların, LGBT’lerin ya da ezilen ulusal ve dinsel grupların çıkarları doğrultusunda siyaset yapabilirler. Bundan dolayı protesto göz önünde bulundurularak; işçi sınıfı ile bağlı olan, hükümeti devirebilecek ekonomik baskıyı yapabilecek perspektife sahip bağımsız işçi sınıfının bir örgütlenmesi zaruridir. Ancak böylesine bir örgütlenme bu tür grupların temel çıkarları doğrultusunda bütünleşmesini sağlayabilir ve burjuvazinin herhangi bir kanadının boş vaadlerine karşı ezilenleri savunur ve önderlik edebilir.
Şehir uğruna Mücadele
Kapitalist AKP hükümetinin Gezi Parkı yerine AVM inşaa etme çabası, sermayenin yeni geri dönüşüm seçeneklerine olan daimi arayışlarının ifadesidir. Böylelikle insanların özgür alanları yutulacak ya da hayat temelleri yok edilecek. Protestolarının anti kentsel dönüşüm özüne sahip aktivistler tarafından başlatılması tesadüf değildir. Berlin’de de yıllardır işçilerin ve gurbetçilerin kira artışlarıyla sürgün edilmesi süreci yaşanmaktadır(Kottbusser Tor’daki kiracı çadırı bunun somut bir örneğidir). Bununla beraber beraber sermayenin dayattığı ve çoğalttığı ulusal bölünmenin kırıldığı mücadeleler de yaşanmaktadır.
Buradaki Burjuva Enstrümantalizmi
Protestoların başlangıcı ile beraber hükümet ve burjuva medyası Türkiye’deki „kötü diktatörün“ resmini çizmeye başladılar. Onlar sonsuz ikiyüzlülüğünde, aynı zamanda Frankfurt’ta kendi polisinin eylemcileri bastırması karşısında sessiz kalmışlardır. Yunanistan gibi ülkelerdeki kitlesel safeletin sorumluları olduklarını sessizce geçiştirmişlerdir. Almanya’da da, her ne kadar kulağa dostane ve demokratik gelse de, burjuva siyasetinin değişkenlerine bel bağlamamalıyız. Bizler bağımsız işçi sınıfının gücüne ve ezilenlerin enternasyonal dayanışmasına ihtiyaç duyarız, çünkü sizin kavganız bizim kavgamızdır!